Rooftop Prince

İsminde, orasında burasında 'prince' bulunan Asya dizilerine karşı acayip bir ön yargım vardır, elimde değil. Bir tanesinin bile klişesiz ve kaliteli çıkmamış olmasından herhalde... Ama bu dizinin pek komik ve matrak bir şey olduğuna dair yorumları okuyup Mysoju'ya yapılan ziyaretlerimde 1 numaradan inmediğini gördükçe bu kadar insan yanılıyor olamaz diyerek izlemeye başladım. Boys Over Flowers vakasında olduğu gibi her popüler olan şey mutlaka iyi olmak zorunda değilmiş. Zorla anti-mainstream hipster yapıyorlar insanı.

Olumsuz bir başlangıç yapmama rağmen bu dizi hakkındaki görüşlerim çok değişken. Kendisiyle bir aşk - nefret ilişkisi yaşıyorum. Aslında 20 bölümlük dizinin sadece ilk 10 bölümünü ele alırsak gerçekten kahkahalarla güldüren komik bir içeriği var. Zaten fantastik supernatural romantik dramatik öğelerini bir arada barındıran bir yapım absürd olmaz da ne olur? Araya karma, reenkarnasyon filan da serptirmişler. Karışık konusunu anlatmak için uğraşmayacağım zaten. 300 yıl öncesinin Joseon'un bağrından time travel ile kopup 2012'ye gelen dört tip var. Bunlar Park Ha kızımızın çatıkatı odasında beliriveriyor ve modern dünyaya ayak uydurmaya çalışıyorlar. Yani ilk bölümlerde konu bu en azından. Evet yerlere yatıracak kadar güldüren good old times... Sonra tabii ki 180 derece değişip boka sarıyor, Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den hallice bir şey oluyor. Tamam zaten başından beri bunun bir sitcom olmayacağı belliydi, ilk bölümün dramatikliğini düşünürsek. Kore dizilerinin laylaylom başlangıç + dramatik, trajik ve entrikalı son gibisinden bir formülü var, evet bundan haberdarım. Ama ha şimdi düzelir, eskiye döner derken 20 bölümü izleyiverdik şaka maka...

Peki neleri sevdim? Bir kere dizilerde 'değmeyecek bir insanı zamanla unutup başkasına aşık olma' fikrine hep sıcak bakmışımdır. İlk görüşte aşk denen şeye inanmadığımdan olsa gerek. Rooftop Prince'te de bu konu işleniyor, her ne kadar aslında esas kızımız ve oğlanımızın alınlarında birbirleriyle olmaları yazsa da. Bayağı bayağı fated lovers durumu var yani. Neyse ki güzel işleniyor ve kesinlikle yapay, vıcık vıcık romantizim akmıyor dizinin orasından burasından.
Tipler çok tatlı! Ergen kızlarımızın sevdiği türden hepsi cool ve kendini bir şey sanan ve asla gülmeyen gıcık oğlanlar yok. Esas oğlanımız Lee Gak gayet sevgi dolu, emreden tavırlarıyla bile sempatik olmayı başarabilen bir arkadaşımız. Diğer üç kafadar da zaten hikayeye komedi unsurunu katan, rezil mi rezil komik çocuklar. Park Ha ise feminist tarafımın pek sevdiği, gayet güçlü ve tek başına da kendi ayakları üzerinde durabilecek bir kızımız. Tipik Asya dramaları ana karakterleri gibi fazlaca sakar, IQ'su tek basamaklı bir sayıya denk gelen ve hep başkasına muhtaç olup başına saçma sapan işler açan fantastik kızlardan değil.
Ama tabii ki genel izleyici kitlesini tarafından kabul görmesi için illa bir klişeye maruz kalmak zorundaydı kendisi. Hep hakkı yeniyor Park Ha'nın, hep arkasından bir iş çeviriyorlar. İstediği kadar onurlu gururlu bir insan olsun, hep ezilmekten kurtulamıyor. Gülmek kensine çok yakışmasına rağmen hep ağlıyor, hep dolu dolu gözlerle salınıyor (zaten gerçekten mi ağlıyor yoksa soğan mı kokutuyorlar çok merak ediyorum; bir oyuncu bu kadar zırt pırt her sahnede ağlayamaz, göz yaşı bezleri kurur). Burada saçını başını yolasımız gelen Se Na devreye giriyor. Yahu bir insan bu kadar mı ballı olur, Park Ha'yı sabote etme çalışmaları, ufacık tesadüflere bağlı planları hep mi başarılı olur!
Tabii ki bir numaralı villain'ımız, Hong Se Na'nın sevgilisi Yong Tae Moo'dan bahsetmemek hiç olmaz. Bu ikisi bir araya geldi mi süper evil planlarıyla Üçüncü Dünya Savaşını çıkarmaları bile mümkün. Yeteneklerinden bazılarına örnek verecek olursak çok iyi derecede doğaçlama yapma ve yalan söylemeyi sayabiliriz. Fakat adam öldürme konusunda biraz amatör.
Tae Moo'yu canlandıran oyuncumuz Lee Tae Seong aslında pek tatlı ve sevimli bir kişilik olmasına rağmen kötü rolünü de çok iyi becermiş. Hele sinirlendiğinde, şok olduğunda, köşeye sıkıştığında gözünün seğirmesi ve soğuk terler akıtması var ki kahkahaları engellemek mümkün olmuyor. Gerçi o terler kostüm tasarımcısının iri kıyım arkadaşımıza hep dar gelen takım elbiseler seçmesinden kaynaklanıyor olabilir. Arkasını döndüğünde totosunu tüm kıvrımlarıyla sergiliyor sağolsun. Yine de Se Na'nın aksine çok daha tahammül edilebilir bir karakter, her ne kadar Se Na kimseyi öldürmeye kalkışacak kadar cesur biri olmasa da... Zaten Tae Moo da ilk 'cinayet'inde pek telaşlanıp vicdan yapsa da sonradan kaşarlanıyor. Tae Moo'dan "işte şimdi sıçtık" mimiği ile baş başa bırakıyorum sizleri:
Fantastik-supernatural öğeleri barındıran romantik bir diziden saçmalamamasını beklemek saçma aslında. İlk 10 bölümden sonra fantastik ya da materyalist dünyada hiç bir şekilde şahit olmayacağımız ve muhtemelen dizinin temposunu düşürmemek adına oraya konmuş dopdolu maceraların aslında çok da sürükleyici olmadığının farkına vardılar mı sevgili senaristler acaba? En hareketli geçen ve ortalama göz yaşı sayısının 639'a vardığı 12.-19. bölümlerde sabrımın taştığını hissedip az daha bırakmak üzereydim ama bu kadar ilerleyip sonunu görmeden pes edecek bir insan değilim. Yine de keşke umudumu çok daha önceden kesip sonuna kadar kasmasaydım demeden edemedim... O feci bölümler boyunca gözlerim devrilmekten ağrıdı, facepalm yapmaktan alnımda iz çıktı ve saçımı başımı yolmaktan kel kaldım.

Yine de sonunda ağladım, evet. Drama boyutu ölüm derecesine vardığı için (spoiler değil, hepimiz ilk bölümden biliyoruz bu ölümü) ve normal hayatta değil de sadece dizilerde filmlerde falan ağladığım için -sarhoşken bir de- göz yaşlarım sel oldu aktı. Keşke mutlu mu değil mi ne idüğü belirsiz bir son yapmasalarmış. Gerçekten, anlayan var mı sonunu? Romantik ve hüzünlü olsun diye saçmalamışlar sanki...
Rooftop Prince, pembe dizi tarzı entrikalı melodramlardan hoşlanmayanlar için pek ideal sayılmayacaktır. Fakat iyi bir komedi izlemek isteyenler en fazla 10 bölümle sınırlı olduğu takdirde bu diziden sıkılmayacak, hatta çok eğleneceklerdir. Geri kalan 10 bölümü siktir edin ve tüm soruların cevaplandığı 20. bölüme gelin. Vaktinizi de boşa harcamamış olursunuz. Komediyle harmanlanmış dramayı sevenler baştan sona kadar izlesin, bol ağlasın, üzülsün falan...

Bu diziyi sevdim mi sevmedim mi daha ona bile karar vermiş değilken notlama yapmam doğru olmaz (herkes sabırsızlıkla bunu bekliyordu zaten). İlk bölümleri tekrar izleyebilitem olduğuna göre her halukarda beğenmişim demek ki. Sadece biraz kafam karışık. Ciddiyeti sayesinde az gülmediğim favori karakterlerimden Yong Sul ile bu upuzun yazıyı noktalıyorum -sonunda.

Yorumlar

  1. Ben oldukça sevdim. Hatta ilk 14 bölümü falan soluksuz izlediğimi hatırlıyorum. Ama uzatıcam diye bariz abartmışlar. Bi yerden sonra ben de sıkıldım, ama sonlara doğru iyi toparladılar. Sonunda bende ağladım nedense :P :P

    Valla sonu hakkında birkaç kişi prens döndü falan demiş. Nasıl bir hayal gücüyse o :D Prens falan değildi. Tamam gözlüğü filan yoktu ama prens değildi bariz. Bundan öncekinde kız beklemiş ve gelmemişti (gelecekteki hali). Bu sefer geldi. Kızda ona binaen beklettin filan dedi bence.
    Üstelik kızın notu bulma kısmı da bi saçma olmuş >_< İnsan kelebeğin peşine filan takılır da bulurdu onu >_> Ya da bi olayı vardı da ben mi kaçırdım acaba.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de sonuyla ilgili yorumlara şöyle bir baktım. 2012 versiyon Tae Yong sonuçta diğerinin reenkarnasyonu, komadayken aralarındaki bağ sayesinde olan bitenin sihirli bir şekilde=D hafızasında yer etmesi ve bunları bir şekilde hatırlamasından dolayı böyle söylemiş diyorlar. Hani zaten sonra da birden sihirli bir şekilde kıyafetleri değişiyor filan, herhalde bunu anlatmaya çalışıyorlar, ikisi de aynı kişi... Ama kız sevgilisinin kopyasıyla mutlu son yaşarken diğer zavallım Joseon'da forever alone mu takıldı yani? Yazık vallahi üzüldüm=S

      Evet artık o notu bulduğunda 2814. kez "yok artık" dedim ben de=D Her şeyde o sarı kelebeği kullanırken bunda da kullanıverselermiş daha mantıklı olurmuş dediğin gibi. Sen bir şey kaçırmadın yani. Park Ha gayet süper içgüdüsüyle buldu onu.

      Sil

Yorum Gönder