Lo Imposible (2012)

Bu filmden çıkarken ne küfürler ettim emeği geçen herkese, tüm ekibe. Çünkü tam anlamıyla ağzıma sıçtı kendisi. Filmi izleyenler ne demek istediğimi anlar zira, bu kötü bir film olmadığı gibi fazlasıyla iyi bir film.

Fragmanından -bu derecede olmasa da- iyi bir şeyler izleyeceğimizi tahmin ediyordum az çok. Sonra birçok blogda gördüm ve hemen hayıflanmaya başladı içimdeki hipster "ama ben daha önceden başladım bu filmi beklemeye" diye. Neyse ki başarılı bir Hollywood filmi olsa da Oscarları düzecek, pek popüler olacak potansiyeli yok (niye 'neyse ki' dedirtip rahatlatacak bir şeyse bu artık). Ne de olsa Akademi'de abartılı oyunculuk konuşur biraz. Bu filmse onlar için fazla doğal. Hollywood 'cheesy'liğinden olabildiğince uzak, duygu sömürüsünü abartmayan, bayağı bayağı gerçekçiydi işte. Benim şurada bahsettiğim ve hepsini çok sevdiğim kıyamet/felaket filmleriyle kesinlikle kıyaslamamak gerekiyor. Çünkü Doğa Ana arkadan bir katil gibi takip ederken kahramanlarımız da şansları sayesinde paçayı yırtmıyor, 100 metre ötedeki bir dalganın gelişi 10 dakika sürmüyor, dünyayı süper Amerikanlar kurtarmıyor, kim bilir kaç milyon bütçelik dijital efektle seyircinin gözünü boyamıyor.

Hikayeden çok bahsetmek istemiyorum çünkü belli bir noktadan sonra her şey spoiler olacak. Normalde söyleyiveririm de yani, kaçınmam bilirsin, ama bu sefer bazı şeyleri bilmek filmden alınan tadı çok bariz şekilde azaltacak, hatta bitirecek. Bizi gerim gerim geren bir efekt bu çünkü. Hiç zorlama olmaması da ayrı bir başarı.

2004 Endonezya depremi sırasında, Tayland'ın sahil kenarındaki bir otelde bulunan, Amerikan (?) aileyi konu alıyor film. Soru işareti koymamın sebebi ilk 10 dakikayı kaçırmış olmam. Aksanlarına bakarak İngiliz demek isterdim ama yapımcıların ne saçmalayacağını bilemiyorsun. Depremden sonraki tsunami vuruşu ve bundan sonra yaşanılanlar anlatılmış. Sadece bu aileye odaklanılıyor. Tabii ki o kargaşa ortamını, parçalanmış aileleri ve en önemlisi de çaresizlikle beraber umudu anlatması için başka kahramanlara ve yan hikayelere ihtiyacı yok.
Anlatımı çok yalın ve durağan; alttan gaz veren gerilim müzikleri yok. Hatta benim sinemada duyduğum tek müzik yan salondan gelen kim bilir hangi filmin saçma sapan müzikleriydi. Tabii bu sessizlik gerilimimizden hiçbir şey almamış tam tersine daha fazla vermiş. Benim filmin her saniyesinde ağlamam da alttan giren pek acıklı yaylılardan dolayı falan değil. Çünkü bir afetle karşı karşıya geldiğinde dünyadaki her insanın yapacağını yapıyor bu insanlar. Sike sike empati kurduruyor insana. Bir anlamda gerçekten biz "onlar" oluyoruz. Aynı çaresizliği hissediyoruz, ailemize tutunuyoruz ve "korkuyoruz". Sanırım bu film dramdan çok korku türüne giriyor garip bir şekilde. Anlatımın da ufak da olsa bir payı yok değil. Korkutucu olsun diye çaba harcamıyor. Hava günlük güneşlik; karanlık efektler, orada burada belirip yok olan ürpertici kızlar falan yok. Bir de tabii yönetmenin -yine çok sevdiğim- El Orfanato'yu yapan kişi olması da üsluba farklı eğilimler katmamış değil. O doğal ve abartısız havaya rağmen her saniyenin sanatsal değeri olan bir kareye dönüşmesi ayrı bir övgüyü hakediyor.

Özel efektlerin çoğu "gerçek" efektler diye duydum. Yapay bir havuz inşa edilmiş ve bu kısımda oyuncular biraz zorlanmış. Yani süper kaliteli bir bilgisayar oyununun çok emek ve para harcanmış filmini izliyormuş duygusu vermiyor, 2012'nin aksine. Makyaja da değinmeden edemeyeceğim. Olm naptınız lan? Kimsiniz siz? Nasıl bir sihir beceriyorsunuz da bu kadar gerçekçi görünüyor bütün cast'in yaraları bereleri? Şu ekibi Harry Potter'a falan yollasaydınız da Voldemort'un burnu biraz daha normal gözükseydi.
Biraz da oyunculukları öveyim. Bir kere Naomi Watts ve Ewan McGregor, sevdiğim holivud artisleridir ve bu filmde de yüzümü kara çıkarmadılar. İkisinin de İngiliz olmasının ufak da olsa bir pay var tabii. Hoş, Naomi artık röportaj verirken bile Amerikan aksanıyla konuşuyor, fazlaca alışmış o taraflara, asimile olmuş herhalde. Bu ikisini Stay'de de çok uyumlu bulmuştum ben -ki o da bir başka çok sevdiğim filmdir. Keşke evlenseler.

Filmin asıl baş karakteri, asıl oyunculuk şovu yapanı ise Tom Holland isimli Lucas evladımız. Daha 10 yaşlarında falan olması lazım kendisi, karakter olarak. Yine de yakında 24'üne basacak ben bile böyle bir zamanda aynı bilinçliliği gösteremezdim. Aslında çok soğukkanlıyımdır, ama harekete geçilmesi gereken acil durumlarda ne yapılacağını hiç bilemem, panik beynimi kapatır sakincene, mallaşırım. Lucas'ın ise ağlamaları bile çok olgun. Çocukça bir şaşkınlıkla bakan gözlerinde o ağır sorumluluğu görebiliyoruz. Hiç kuşkusuz Hollywoodlu ablasına abisine göre çok daha iyi oynamış. Bazen Lucas olmasaydı filmdeki doğallığı bu kadar iyi koruyabilirler miydi diye düşünmedim değil. Diğer minik oyuncular da aynı şekilde.
Elbette film Hollywood yapımı olduğunu bariz belli etti birkaç yerde (spoiler'ı görmek için yazının üstünü çiz) sondaki uçak sahnesinde ne badireler atlatıp kavuşmuş mutlu aile tablosu, gereksiz sarılmalar falan, duygusuzdu... Ta ki ben film bitince gerçek olaylardan esinlendiği uyarısını görene kadar. Düşün bak, ağlamaktan rimelimin tüm yüzümü karartacağını sanacak kadar (çok şükür bariz bir akma olmamış da Taksim'in göbeğinde böyle gezmek zorunda kalmadım) etkilenmişim filmden. Eğer bu gerçekçiliğin gerçekten gerçek olduğunu bilseydim ne olurdu? Orada burada okuduklarıma göre bu karakterlerin filmdekilerden tek farkı İspanyol olmaları. Bunun dışında, zaten prodüktörlerin ve yönetmenin de dikkatini çekmesini sağlayan, X'in (bunun kim olduğunu spoiler olmasın diye söylemeyeceğim) telefonla bağlanıp ailesinin öyküsünü anlattığı canlı programdan  kayıtlar var. Anlaşılan o ki filmde, bu ailenin yaşadıkları eksik de olsa değiştirilmeden anlatılmış. Öeeh...

Böyle filmlerden sonra günlük koşuşturmanın, entrikaların, çok minik ve üstünde durulmaması gereken ayrıntılara takılarak hayatı kendimize zindan etmemizin BOŞUNA olduğunu tekrar hatırlıyorum ben. Bir de devamlı tartışsak da annemin (çünkü ailem ondan ibaret) aslında ne kadar kıymetli olduğunu. Her şey boş işte gülüm, ölümlü dünya, önemli olan sevdiklerinle hayatın tadını çıkarmak. O değil de ben bu aralar felaket filmlerine zaten sarmıştım, şimdi başka bir şey izlemek istemiyorum. Rüyalarımda (kabuslarımda) basan seller, yıkan depremler kol geziyor halbuki. Bi dur demek lazım.
Bu film duygu sömürüsü yapmıyor, sahte efektlerle size sahte duygular yaşatmaya çalışmıyor. Ama ciddi bir film, ağır bir film. PMSliler izlemesin, mutlu kişiler de izlemesin -zaten mutlu olmaya çok fırsatımız olmadığı için hemen modumuz bozulmasın. Çok nötr zamanlarda izlenilecek, 114 dakikalık bir sinir harbine hazır olunması gereken bir film. Boş zamanda açıp izleyeyim türünden değil. Bütün bu yaşattığı sıkıntılara rağmen, o bıraktığı buruk tada rağmen izlenilesi bir film. Tanımlamak için tek bir kelime seçmem gerekse, bu ETKİLEYİCİ olurdu hiç şüphesiz.

Puanlamadan olmaz!
Konsept: 9
Hikaye: 8
Anlatım: 10
Karakterler: 9
Görsellik: 9

Genel: 9.30

Yorumlar