Howl's Moving Castle Kitap ve Anime İncelemesi

Miyazaki animelerinin içinde en sevdiğimdir Howl's Moving Castle, ya da orjinal adıyla Hauru no Ugoku Shiro. Ama orjinalliği, bu animenin aslında bir kitap, hatta bizzat İngiltere'nin bağrından kopmuş fantezi yazarlarından Diana Wynne Jones'un eserinin uyarlaması olduğunda öğrendiğimde bozulmuştu. Elbette Ghibli stüdyosu, filmlerini senaryosundan karakterlerine kadar tümüyle kendisi oturup yazmak zorunda değil. Bu yüzden film olarak da hala favorilerimden biri olmaya devam ediyor. Ama kitabı gönlümde hep bambaşka bir yerde durmaya devam edecek. Sahiden ama, filme göre bambaşka bir şey kitap.

Bir kere dili Japonca, Türkçe, İngilizce farketmez. Kitabı okurken has be has büyülü İngiliz dünyasındayız, bunu itiraf edelim. Her ne kadar adı Ingary olan bir başka diyar yaratılmış olsa da. Hauru no Ugoku Shiro ise belli bir raddeden sonra bariz (en azından kitabı okuduktan sonra barizleşen) klasik Japon animesi öğelerinin katıldığı bir hikaye. Buradan bile hikayelerin tamamen farklı olduğu anlaşıldı sanırım. Filmde kitaptan bir çok öğe (cam gözler mesela) kullanılsa da sadece konuyu alıp senaryo bakımından tamamen bağımsız bir film yapmış Stüdyo Ghibli. Bu yüzden kitabı spoilerlı okumuş olmuyorsunuz. Tamam karşılaştırmayı bırakıp kitaba geçiyorum.

Kitabı ilk okuduğumda her ne kadar çok beğensem de Howl tam anlamıyla bir hayal kırıklığı çıkmıştı. Rahmetli Diana ablamız onu başarısız bir şekilde yarattığından değil aslında. Ama kolay mı, tüm zamanların en sevdiğim centilmen ve kibar karakteri gitsin hiçbir anlamda olgunlaşmamış, sivri dilli ve womanizerlığı en üst seviyeye ulaştırmış bir büyücü gelsin. Calcifer ise tatlılıktan sevimsizliğe terfi etsin. Hem Sophie nedir öyle? Aksi ve meraklı bir ihtiyar. İlk okuduğumda düşüncelerimin bunlar olmadığını inkar etmeyeceğim. Ama ne zaman 2. ve 3. kez okudum ve ayrıntılara daha dikkat ettim, işte o zaman daha objektif bakabilmeye başladım. Howl aslında zor bir karakter. Hauru'ya göre çok kusurlu, çok daha az sakin ve olgun ama ondan daha gerçekçi. Ve evet, daha sevilesi. Bad boy sevilesiliğinden bahsetmiyorum. Sophie'nin de kendi kendine Howl'dan devamlı şikayet edip başkalarına onun aslında hep kendisine kibar ve ılımlı yaklaştığını itiraf etmesi ne kadar doğru. Biz de Howl'a kızıyoruz, saçmasapan huylarına yüz buruşturup çocuksu davranışlarına acıyoruz. Ama kitabın sonuna geldiğimizde "dışarıdan öyle görünmesine bakma, çok yumuşak kalpli biri o yaea" diyoruz. Calcifer ise artık kedim olmazsa evimde beslemek istediğim süper sevimli bir arkadaş. Her diyalogunda "ay canım yaa"ları havada uçuşturmadan edemiyorum. Sophie ise bazı şeyleri batırma potansiyeli olan ve kolayca empati yapabileceğimiz, huysuzluklarıyla kahkahalarla güldüren, yaşlı bir vücudun içine hapsolmuş genç bir ruhun psikolojisini çok daha iyi yansıtan bir karakter.

Diyaloglar, bence fantastik bir romanda olabilecek en doğal havayı katmış. Ben bir kitabın içine girip o karakterle birlikte yaşamak istediğimi çok nadir hatırlarım. Bir aile gibi hissettiğimi. Bu yüzden Şato serisinin diğer kitaplarının çevrilmesini dört gözle bekleyip sonuçta bu aile ile ne kadar az karşılaşıyor olduğumuzu farkettiğimde nasıl ağlamaklı olduğumu bir ben bilirim! Kitapların hiç de kötü olmamasıyla yeterince isyan edememenin getirdiği psikolojik travmaları sayayım mı?

Bir de kitabın büyülü havası nasıl her harfine işlemişse o kadar da az macera var. Halbuki animede her dakika bir koşturmaca, ölüm kalım olayları falan... Peki ben bu macerasızlığı sevdim mi? Ne yazık ki çok sevdim. Sürükleyiciliğinden ve heyecanından hiçbir şey kaybetmemiş çünkü. Hep şatonun içindeyiz ama şatonun kendisi zaten keşfedilmeyi bekleyen bir macera. Okuması haftalar, aylar alan 300 sayfalık kitapların aksine 3 günde oyalana oyalana hemencecik bitebilecek 300 sayfalık bir kitap. Light derler ya, ben günümüzün klişe romantik-macera (böyle mi diyorlar) kitaplarındansa bunu tercih ederim!

Aslında bu kadar uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yürüyen Şato, kitaplığımda Harry Potter'dan sonra fantastik türünde en sevdiğim, o her okuyuşta mutluluk verip bitirince üzülmemize rağmen içimizi sıcak bir şey kaplamasına sebebiyet veren o nadir romanlardan. Pislik HP gibi ağlamaktan gözyaşı bezlerimizi kurutmuyor.
Animenin ayrıntılarına ise çok girmeyeceğim, çoğu kişinin zaten izlediğini biliyorum. Ne kadar çok şeyin değiştirildiğini görünce kızmaktan çok "hmm neden olmasın" dedirtip her haliyle kendini sevdiren bir uyarlama bence. Bir Stardust ekolü hafiften. Ha ben kitabı daha çok seviyorum ama objektif bir gözle bakarsak Hauru no Ugoku Shiro, farklılıklarıyla ve kendi yarattığı ayrı serüvenlerle gayet de başarılı bir film. Gönlümde ikisinin de yer ayrı.

Bir kere Ghibli tasarımı şatonun daha ilginç olduğunu kabul etmek gerekiyor. O yürüyen ayaklar da dahil bir sürü ayrıntı şatoyu pek sempatikleştirmiş. Michael, Calcifer ve sonradan hikayeye dahil olan karakterler animenin gidişatına göre mantıklı bir şekilde değiştirilmiş ve sempatikleştirilmiş. Ha kitaba daha karanlık demiyorum ben. Tam tersini iddia etsem bile yanlış olmaz aslında. Ama bazı unsurların çizgi film ruhuna uygun olsun diye ya da daha fazla serüven yaratsın diye, bariz sevimlileştirilmesi yadsınamaz. Köpek, korkuluk ve Çöl Cadısı mesela. Kötü mü olmuş? Kesinlikle hayır! Bunun yanında kitaba göre çok daha fazla gerilim ve koşuşturma barındırıyor.

Anime Howl'dan bahsetmezsem olmaz elbet. Nasıl bir beyaz atlı prens, nasıl centilmen, nasıl olgunluk abidesi bir şey. Ama o Hauru benim gözümde, Howl değil.

Çizimlerin, ayrıntıların nasıl bizi dövdüğünden bahsetmeme gerek yok herhalde. Tipik Miyazaki dayağı.

İki adet anime cosplay'i ve bir adet de kitap fanart'ı ile sonlandıyorum bu postu da. Mutlu olmak isteyip kendi hayatımdan kaçmak istediğim zamanlarda hızır gibi koştuğunuz için teşekkürler Diana abla ve Ghibli çalışanları! Ama bu kadar bağımlılık yapmayıp kitabı bitirdiğim anda tekrar okumaya zorlamayaydı iyiydi.

Yorumlar

  1. Kitabın girişinde Diana hanımın notunda bahsettiği küçük çocuğa çok şey borçluyuz aslında,o çocuk "yürüyen şato"isminde bir kitap istemeseydi her okuyuşta mutluluk verip bitirince üzülmemize rağmen içimizi sıcak bir şey kaplamasına sebebiyet veren o nadir romanlardan biri olamayacaktı.(bu cümlen hislerimin tam açıklamsı olmuş resmen^_^)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başka kim 'yürüyen şato'yu böyle şahane fikirlerle geliştirebilir ki? Hem de bildiğin yeni bir dünya yaratarak:)

      Sil

Yorum Gönder