Zetsuen No Tempest

Ay ay ay resmi olarak ilk anime yazımı yazıyorum çok heyecanlı! Hayır nesi heyecanlı deyip ağzıma terlikle vurabilirsin ama uzun, ÇOK UZUN zamandır anime izlemediğimi düşünürsek bu hiperaktivitenin nereden geldiğini anlaşılabilir. Kendime göre yeterince anime izlemiş, sonrasında sektörün kendini tekrarlamasından bıkıp mangalara yönelmiştim. O gün bu gündür kaç tane animeye başlasam hep yarım kalıyor (Ouran gibi tekrar tekrar izlediklerim haricinde). Hatta şu postta neleri yarım bıraktığımdan dert yanmıştım, evet çok var. Ve ben yeni bir animeye başlamak yerine onlardan birini bitirmek için kasabilirdim. Ama bloglarda, orada burada yavaş yavaş tanımadığım karakterlerle karşılaşmak beni bunalıma sürüklüyor. En azından 1 (yazıyla: bir) adet 2013 animesi izlemesem çatlardım. Zetsuen No Tempest ile pek de görkemli olmayan bir başlangıç yaptık ama sonrası güzel gelecek -gelirse.

Şimdi bu animenin konusunu nasıl özetleyeyim bilemedim. Liseliler var bir kere, o illa ki olacak. Dünyayı kurtarmacalar, aşklar, yalanlar, arkadaşlıklar falan. Böyle gidiyor. Alışkın olduğumuz şeyler işte. Çok şükür bir Code Geass ya da Macross Frontier entrikaları yoktu. Shounen diye etiketlenmiş, ama fan service sinir bozucu düzeyde değildi, hatta yer yer romantizm-duygusal fırtınalar koptu. O yüzden benim için uniseks animelerden. Mangalarda genelde aksiyonsuz shoujo/josei tercih etsem de animede seçimlerim tamamen değişiyor. Daha vurducu kırdıcı oluyorum (çünkü anime dili daha uygun) ama bu zıplayan memeler ve pantyshotlar aradığım anlamına gelmiyor.
Sanırım bu animeyi çok sevmememin nedenleri arasında karakterler başı çekiyor. Hani bir karakteri çok seversin de diğerlerinin zayıflıklarına ve gıcıklıklarına katlanırsın. İşte burada çok sevip bağlanabileceğim bir karakter yoktu. Çünkü karakterler kendi içlerinde çok tutarsızdı. Bu "insan doğasında bulunan dengesizlik" değil, bariz mantıksızlık.

Ağabeyimiz Mahiro'yu ele alalım. Benim sevmeye en yaklaştığım karakter. İlk başta fazla erkeksi ve maço bulsam da daha sonra saflığına acıdım ve arkasından iş çevrilmesinin ona haksızlık olduğunu düşündüm. Kötü niyetli biri değildi, aslında çok sıradandı. Kafayı intikamla bozmuş işte ama anlayabiliyorum az çok. Kim sevdiği bir insan öldürülünce bunun cezasız kalmasını ister ki? Ama işte sadık bir yanı varken yeri geldi o sadakati silip attılar. Mantığıyla değil tamamen içgüdüleriyle hareket ederken birden stratejist kesildi başımıza. Keçi inadıyla dünyayı yakabilme potansiyeli bile vardı, gitti çok olgun ve anlayışlı bir insana dönüştü. Hayır, karakter gelişimi değil, basbayağı tutarsızlık.

Ölü kız kardeşimiz Aika, zaten çok gizemliydi. Animenin kilit iki kadın karakterlerinden biri olarak filozof ile şımarık çocuk çizgisinde takıldı. Sonundaki twist onu daha sevilesi birine dönüştürmesine rağmen ı-ıh. Her şeyin bir şekilde ona bağlanmasından gına geldi.

Secret boyfriend'imiz Yoshiro sanırım en gıcık olduğum ama ne yazık ki şansın hep onun yüzüne güldüğü bir tip. Aşırı mantıklı, aşırı soğukkanlı, aşırı kibar falan. Normalde böyle karakterleri severim ama bunda bir sinsilik vardı. Yoshiro ile Aika'nın ilişkilerini gizlemek zorunda kalmaları normalde onları mağdur edecek bir şey, ama burada ben hep Mahiro'ya haksızlık yapıldığını düşünmeden edemedim. İkisi de Mahiro'ya değer veriyormuş gibi görünseler de fitne fesatlıkla hep arkasından gizli saklı bir iş çevirmeler falan... Olmaz olsun öyle sevgi ya çıldırdım Mahiro'yu öylece parmağında oynatmalarına! Belki de kendim de biraz saf olduğum için -karakter olarak hiç alakamız yok gerçi.

Kızıl saçlı büyücü prensesimiz Hakaze, animenin ilk yarısında güçlü kadın karakter (ve meme) boşluğunu doldururken pek sevdik. Sonra zaten hikaye böyle dönüşüm geçirdi falan, bu da hayal kırıklığına uğrattı. Aşk yüzünden bir kadını değiştirip manipüle etmeyi, zayıflatmayı çok seviyorsunuz ha aferim. İşte bu yüzden Skip Beat'i seviyorum. Kyouko bir erkek için kendi hayatından ve inançlarından vazgeçmemenin savaşını veriyor. Sen kalk koskoca en güçlü büyücü olarak, benim en az 25 yaşında olduğunu tahmin ettiğim güzel kadın, git Yoshiro sinsisine tutul, böyle ikide bir kızar bozar falan. Oldu mu? Olmadı.
Hikayeye girersek, aslında tam bir sıçış olduğunu söyleyerek çıkabiliriz, hem kısa kesmiş oluruz ama çenem duramaz. Potansiyeli vardı ama uzatacağım diye saçmaladı, karakterlerle paralel olarak senaryo da tutarsızlaştı. "Ee bu şöyleydiyse, niye böyle böyle oldu o zaman" sorgularını yaptık yine. Heyecanlı ve etkileyici ilk yarıdan sonra birden komedi aşklı maşklı bir animeye dönüşmesi çok yazık oldu. Ciddiyeti, o rahatsızlık hissi yaratan atmosferi olmadıkça pek bir olayı kalmıyor çünkü.

Kendince bir felsefe yaratmaya çalışsa da "ya biz aslında çok derin bir animeyiz, araya hayatın anlamı gibi şeyler soruyoruz, hafife alma bizi:((" hezeyanlarından öte bir şey değil. Ama yoruma açık oluşu güzel tabii. SPOILER///Tree of Exodus'u (anlamları kafa karıştıracağı için Türkçe'ye çevirmedim) hep kötü/yıkıcı olarak tanıttılar bize ama sonra hoop taraf değiştirildi bütün kötü niyetli arkadaşlar birden insan kurtarıcı konumuna geçti falan. Yaşamın başlangıcı olarak tanıtılan 'iyi' ağaç Tree of Genesis de birden 'kötü' oluverdi. Orada bilerek mi gönderme yapıldı bilemiyorum ama Tree of Genesis'in medeniyet/teknoloji araçlarını yokederek beslenmesi günümüz için pek manidar. O medeniyet, ilerleme dediğimiz şey yüzünden Dünya'yı katlediyoruz. Bu bağlamda Tree of Genesis'i biraz da Doğa Ana'ya benzettim. Yeryüzündeki yaşamı resetleyerek daha iyi bir yer haline getirmeye çalışması tabii ki sorgulanır. Ama neden herkesin bu fikre karşı çıktığını, Tree of Genesis'i neden pure evil konumuna getirdiklerini anlayamadım. Halbuki buradan bir çelişki yaratılabilir, ahlaki değerler sorgulanabilirdi. Benim gibileri dünyadaki yaşamın resetlenmesini gerekli bulabilecekken kimisi de bu kadar insanın ölümünü kabul etmeyebilirdi. Ama bunu sorgulamayıp tartışmaya yer bırakmadan, uygar insan ve kurduğu iğrenç medeniyetin devamı fikri yegane doğru olarak kabul edildi, ettirildi.///SPOILER.
Derin ve entelektüel bir anime olma isteğiyle yanıp tutuştukları için ünlü edebiyatçılardan (çoğunluğu Shakespeare) bol bol alıntılar yapıldı, hoş da olmuş. Ha ama benim için orjinal dilinde Shakespeare demek, kafamın basmaması demek. O yüzden konunun felsefi derinliğine inemedik tüh.

Seiyuu'lara gelirsek, benim Soul Eater'da tanıyıp pek sevdiğim Kouki Uchiyama'yı duymak güzel bir his olsa da Yoshiro'ya sempati duymama yetmedi. Mahiro'nun seiyuu'su Toshiyuki Toyonaga'nın farklı bir ses tonu vardı, gelecekteki projelerini merakla bekliyoruz. Ayrıca Nana Mizuki ve Miyuki Sawashiro gibi her sezon en az 10 animede yer alamazsa ölecek hastalığına tutulmuş saygıdeğer seiyuu'larımızı da duyduk. Animede kullanılan müzikler, özellikle trajik ve dramatik sahnelerle çok uyumluydu. Açılış ve kapanış müziklerine ilgi duymadım.
Kötü bir anime, zaman kaybı vs desem tabii ki haksızlık olacak. Dünyayı kurtaran 'sıradan' liseli veletleri izliyoruz, arada aşk ve drama var. Tipik. Türün sevenleri beğenebilir. İlk yarısından sonra çark edip farklı bir animeye dönüşmesi büyük hayal kırıklığına uğratsa da, karakterler çok zayıf ve tutarsız olsalar da sürükleyiciliğini inkar etmeye gerek yok.

Puanlamadan olmaz!

Konsept: 6
Hikaye: 5
Anlatım: 6
Karakterler: 4
Çizim/Animasyon: 7

Genel: 6.39

Yorumlar

  1. Bu animeyi çok duydum ben ama hiç izlemedim :) Aksiyon mangalarını bende hiç sevmem çünkü birşey anlamıyorum açıkçası. O fıydırı fıydırı hareketler anime de daha iyi ;D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben mangalardaki aksiyon çizimlerinden hiçbir şey anlamıyorum:P bazıları öyle seviyordur ama katılıyorum, animenin gerçekçiliği ve rahatlığı daha farklı.

      Sil

Yorum Gönder