Ejderhanin Gözleri - Stephen King


Ben çocukken Harry Potter'a çocuk kitabı derlerdi de ne kızardım. Halbuki çocuk kitaplarıydı işte, her yaştan okuyucu kitlesi çekebilmeyi becerebilen. Şimdi büyüyünce bunun o kadar büyük bir hakaret falan olmadığını anlıyorum. Büyük kitabı olacak da nolucak? Varsa yoksa sorunlar, yükler, yetişkinliğin boğucu ve sıkıcı dünyası. Bizleri çok daha farklı diyarlara götürüp kendi mutsuz ve sıkıntılı hayatımızdan koparacak hikayelere çok ihtiyacımız var aslında.

Sevil'in blogunda Ejderha'nın Gözlerinden bahsettiğini gördüğümde dedim, hah, işte benim aradığım kitabı ayağıma, daha doğrusu bilgisayarıma getirmiş. Bir de Chan-wook Park'ı yönetmen olarak favorilemesem de çocuğu için çektiği I'm a Cyborg but That's Ok olarak favorilediğim film ile bağdaştırmış Sevil. Yazarımız Stephen King de çocuğuna bu eseri bırakmış. Okumamak olmazdı. Zaten çabucak bitiveren türde kitaplardan. Benim gibi miskinin teki ancak 1 ayda bitirir tabii buna hızlı denebilirse. İşim olmamasına rağmen ne kadar az şey yaptığımı düşününce insan gerçekten hayret ediyor.

Hikaye eski çağlarda geçiyor. Böyle burçlu şatolar falan var, monarşik yönetim, saray muhabbeti, koca kırlar bayırlar, yürüyerek yapılan yolculuklar var. Biraz tat katmak için de ejderhalar, büyüler, iksirler falan da konulmuş. Korku gerilim romanlarıyla çok anlaşamadığımız Stephen King hoş bir değişiklik yapmış. Geri kalanı biraz klişe tabii, vasat bir kral, tam anlamıyla çok kusursuz ve müthiş iyi oğul Peter, babasına çekmiş vasat ve kusurlu diğer oğul Thomas. Ana karakterin Peter olacağını, ona çok saygı duymamız gerektiğini daha çocukluğundan anlıyoruz. Büyüdükçe sevemiyorum ben bu oğlanı. Kral olmak için doğmuş diyorlar ya, bu ne kadar bir övgü, işte onu bilemeyeceğim. Kral hükmedendir. Kral güçlü olandır. Her ne kadar Peter pek adaletli, dürüst ve ahlaklı versiyonundan olsa da o kral egosunu, gücünü gerçekten de görüyoruz. Daha baştan bir hiyerarşi yaratıyor. Off hepimiz insanız, hepimiz earthlingiz nedir bu gurur. İşte bunlar hep ataerkillik.

Thomas'ın çocukluğu anlatılırken ona gerçekten acıdım, hak verdim, hatta Peter'e olan nefretini biraz paylaştım. Saçmasapan bir kompleksten çok sevgisizlik onunki. Ailenin çocuk karakterinin şekillenmesinde ne kadar büyük bir faktör olduğunu da hepimiz biliyoruz keza. Sevgi gösterecek bir anne de yok, Peter gibi şanslı değil. Zaten iradesiz bir karakter olduğu için çok yanlış yönlere sapıyor. Anlatıcının da dediği gibi, o aslında kötü biri değil. Sadece bir kaybeden. Peter ise kazanan.

En başta çok yüzeysel bir villain olduğunu düşündüğüm Flagg'in kimliğine yapılan göndermeler onu ilginç kılmış. Acaba şeytan gerçekten aramızda mı yaşıyor? Belki yaşıyordur. Stephen King'in bu karakterden diğer kitaplarında bahsettiğini söylemiş Sevil. Bütün bu savaşlar, sıkıntılar, zalimlik neden olabilir ki zaten? Flagg bizim içimizde yaşıyor diye klişe koyayım hah.

Delain toprakları (bu isimde bir metal grubu vardı leyn) ve sarayı etrafında dönüyor bütün  hikaye. Tümüyle bir macera/serüven türüne sokulamaz sanki. Sürükleyiciliğini değiştirmiyor bu tabii, akıcı üslup da buna katkıda bulunuyor. Flagg'in entrikaları bizim Hürrem'inkiler gibi bezdirmiyor, tam tersine minik ayrıntılar olayı daha heyecanlı yapıyor.

Çocuklara -bir çocuğa- yazılmış bir kitaptan keyif alıp kendimizi iyi hissetmemiz için teletubbies sevimliliğine ve iyimserliğine gerek yok. Tam Mecidiyeköy cehenneminde *öhöm* yani "trafiğinde" okunmalık bir kitap desem kendimi çok iyi anlatmış olurum sanıyorum.

Yorumlar