Bow Street Runners Serisi - Lisa Kleypas

Ben de isterdim o tek bir konsepte odaklanan bloglardan biri olmayı. Hayır, günlük gibi yazsam, rastgele yazsam, duygulu ama anlamsız şeyler yazsam hadi neyse. Bu sefer de romanslar hakkında yazıyorum, hem de historical romance denen türden vuhuu. Bu batağa sürükleyen arkadaşlarımın (biri bu hanım, diğeri utanır diye linklemiyorum) suçu, benim değil. Benim shoujo-josei mangalarla biraz benzeştiği için hiç yadırgamadım -her ne kadar kültür ve anlatım farklılıkları türleri birbirlerinden ayırsa da.

Şimdiye kadar bana önerilenleri severek okudum, ama nedense kafamın yorumlarla dolup taşıp mutlaka bir yerde fikir belirtme gereğini gördüğüm seri Lisa Kleypas'ın Bow Street Runners serisi oldu. 3 kitabın her birinde Bow Street Runners dedektiflerinin (?) başından geçen baş döndürücü hikayeler anlatılıyor. Wiki'ye şöyle bir bakmadan önce bunu Lisa Hanımın fantezileri sanmıştım ama gayet de gerçekmiş. Her kitabın hikayesinden uzun uzun bahsedemeyeceğim, Google'dan arama yapmak 2014'te kolay bir şey ne de olsa.

Someone To Watch Over Me: Adı yüzünden kalbimde 1-0 yenik başladı ne yalan söyleyeyim. Kadınların kendisini koruyacak kollayacak adamları sevdiği aşikar ama şimdiye kadar okuduklarımda bunun bir sınırı vardı sanki. Esas oğlan Grant Morgan'ın esas kızımız Vivien Duvall'a karşı tavırları gayet BABACAN ve koruyup kollayıcı, yatakta yaşadıkları çok tutkulu dakikalar hariç tabii :s Vivien pek kırılgan ve masum bir kızımız, her dakika sevgili babasının öhöm pardon koruyucusunun yardımına ihtiyacı var. Bak güçsüz olmak kötü bir şey değil ama bir adama bu kadar ihtiyaç duymanın da bir sınırı olmalı. Hele de romantik gösteriliyorsa bu ihtiyaç. En çok rahatsızlık duyduğum konu bu değil ama. Kitabın hemen her sayfasında kadının hafızasını kaybedip bir meleğe dönüşmeden önceki hayatına gönderilen referanslardan gına geldi. Hadi diyelim Vivien bütün Londra ile yattı hadi tamam, sen hangi hakla ceza vermeye kalkıyorsun Morgan? Ne haddine? Sen kimsin ki çok kişiyle beraber oldu diye ortalama bir kadından daha kötü davranılmasını vs meşru kılıyorsun? Yine kadının bakireliğine, masumiyetine övgüler dizildi, adamın çok tecrübeli olmasına memnun olundu. Evet çok klişe, feminizme giriş dersinde bile görülebilecek çifte standartlar. Neyse, Lisa Hanımın bu klişeleri seven okuyucularını memnun etmek için yazdığını varsayıyorum. Hem sonunda kendince Morgan'ın bu hatasını telafi ettiriyor. Ha kitabı beğendim mi? Vallahi gayet sürükleyiciydi. Kendileri de itiraf ettikleri gibi pek uyumlu olmasalar da (boy farkı neden bu kadar alakasız olmalıydı yarabbim) aralarındaki çekim su götürmez.

Lady Sohpia's Lover: Burada bir Sir Ross var, ona pek bir kanım kaynadı. Runner serisi ana karakterlerinin en yaşlısı ve -haliyle- en olgun tavırlısı bu adam, bir rahat nefes aldık çok şükür. Otoriter figürleri itici buluyorum bulmasına da bu adam karısının etek boyuna karışan, çalışanlarını kompleksli kompleksli azarlayan biri değil ki. "Prensipli" tanımını ben daha uygun buldum, hassas ve duyarlı sıfatlarının yanında. Vallahi benim sevdiğim sıfatlar bunlar. Günümüzün çakal efendi adamlarıyla aynı kefeye koysam o.ç bad boylar sizin olsun, bunları ben alırım derdim ama kurgu karakterler her zaman gerçeği yansıtmıyor maalesef. Sophia, düşmanı olduğu kişinin yatağına girip itibar zedeleme/kullanıp atma görevini Morgan'dan devralıyor. Tabii Sophia'nın intikam için çok daha geçerli sebepleri var, Morgan gibi "ama o da arkamdan konuşmuş:((" şuursuzluğunda değil. Ross ile uyumlular, devamlı birileri tarafından basılma tehlikesi, zavallı Sophia'nın intikamıyla sevgisi arasında kalarak yaşadığı ikilemler sağolsun aralarındaki çekim epey gerilimli olduğu gibi sevimliydi de. Bana mı öyle geldi yoksa içlerinde en seksli kitap bu muydu?

Worth Any Price: İlk kitapta adı sıkça geçen, 2. kitapta maşallah devamlı rol çalan Nick Gentry benim gözümde pek antipatikti. O değil de bir zamanlar Londra'da thief-taker kavramı da gerçekten varmış, benim gibi bir cahil yeni öğreniyor böyle şeyleri. Eminim yaşadığı hapis hayatı da dönemin koşullarıyla uyuşuyordur. Ama her ne kadar çok çekmiş, sert imajı çizen bir yaralı serçe olursa olsun Nick hala en sevmediğim karakter. Kitabı okmaya başlamadan önce beğenmeyeceğimi düşündüm bu yüzden, çok şükür adamın katlanılmazlığını minimuma indirmiş Lisa Hanım. Çünkü esas kızımız Lottie'yi sevdim. Zorla evlendirilmek istediği bir adamdan kaçmasıyla hemen kalbimi çaldı. Ha, güçlü ve bağımsız karakter pozlarını kitabın yarısından sonra bıraktı. Diğer yarısındaki tasvirini ilk yarıdakine tercih ettiğim gibi Nick'le Londra'ya gelmeden yaşadıklarını da daha sevimli buluyorum. Muhtemelen doğada, kırda bayırda yaşananlar Londra'da bir eve tıkılıp kalmalarından daha ilginç olduğu için -en azından bana göre. Kır mır dedik de, bu Westcliff ile Devil In Winter ve Again the Magic'ten sonra üçüncü karşılaşmamız ve hala evindeki her dişi kökenli bireye ahlak bekçiliği yapmaya devam ediyor. Babacan ve hatta zaman zaman Türk ağabeyi tavırlarına varan yan karakterliğine alıştıktan sonra esas oğlan olduğu kitabı nasıl okuyacağım kim bilir. Sevişme sahnelerinde utanırım gibi geliyor, yazık. Neyse, ne diyorduk? Ha Nick. Bir kere kaderindeki kıza hazırlık olsun diye yazarın buna seks dersi verdirmesi biraz gönlümü kırmadı değil. Çünkü tecrübesiz kız x her pozisyonu bilen erkek kombinasyonundan sıkıldım. Çünkü bunu normalleştirip olması gerekenmiş gibi gösteriyor. Nick kendini çok geliştirdi, tamam ama Lottie'nin kimi zaman sadece onun ustalığı sayesinde bu kadar istekli olduğundan şüphelendikçe romantik havaya pek giremedim. Şaka şaka girdim tabii. Bir de bu kitapta Ross'un Nick üstündeki kontrolcü ve otoriter davranışlarını hiç tasvip etmedim. Yazarın biz Ross severlerin üstüne gitmesine gerek yoktu ama işte hikaye nasıl ilerleyecek. Karısı ve çocuklarıyla mutlu son yaşayacak bir adam için tehlikeli bir görev olabilir ama Nick'in runner olarak devam etmesini isterdim, ne yalan söyleyeyim. Upps spoiler:/ Benim susma vaktim gelmiş, tamam.

Yorumlar

  1. Ahah bu ne ayol?! Okuma panelinde başlığı görünce blog ismini yanlış okudum heralde diye kendimi çimdirip bir daha baktım vallahi. Hala şoktayım hiç inanamıyorum. Ben de seni feminist sanırdım piiii. Bir de insan hiç olmadık bir kitabı da yanlışlıkla okur anlarım. Okumaya başladığı kitabı yarım bırakmayı sevmez onu da anlarım ama üç tane okumuşsun ho hooo. Neyseki sadece üçlemeymiş.
    -----Gizli not------
    Ben bu serisini değil ama wallflowers serisini okudum. Bence yazarın dili akıcı, eğlenerek okunuyor. Ve o seride kadınlar filan dönem içinde feminist bile sayılırlar (swh) (yalan) (avuntu) (!) Ama sevdiğim bir seridir tavsiye ederim.
    Bu arada ben de birkaç gündür yaoi manga okumaya sardım yine. Seninkinden bile fena bir durum takdir edersin ki. Önce gevşek gevşek sırıtarak okuyorum sonra da Serpil Çakır'ın kitaplarıyla kendi kendimi darp ediyorum (kadına şiddete hayır)
    -----Gizli not bitti------

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Karadutçuğum "ben seni feminist sanırdım" yorumunun aslında blogda paylaştığım shoujo mangaların altına gelmesi gerekiyor bence:/ Her yerinden dev cinsiyetçilikler akan Japon mangalarından sonra bu romanslar gerçekten de feminist geldi, avuntu mavuntu değil. Tabii ki o dönemlerde kadınların çektiği zorluklardan bahsedilmiş ama bunun normalleştirilmek yerine rahatsız edici anlatılması önemli. Bir kere kadın -en azından aşık olduğu erkek tarafından- mal yerine konmuyor, eziyet edilip aşağılanmıyor, tecavüze uğrayıp romantikmiş gibi gösterilmiyor. Halbuki çoğu modern hikayede bunlar var maalesef bkz. fifty shades. Kleypas'ın kadın karakterleri erkeğim ne yapsa yeridir mantığında değil, ki sokağa çıksan bu mantıkta 583943 kadın bulursun çünkü hala hakim olan ataerkil bir yargı. Hele yaoiye falan ondan dolayı katlanamıyorum, erkek x erkek olduğu için değil, hikayeye pipili bir kadın koyup AŞK ADINA her türlü eziyeti ve aşağılanmayı çekmek zorunda bırakması sorun.

      Wallflowers serisinin sadece 3. kitabı Devil In Winter'ı okudum ben. Bir de 2.yi okuyacağım, Westcliffli olanı. Diğer ikisi güzel değil dediler ama bir sıkıntı anında ne yapacağım belli olmaz. Sen ne dersin? Çok romans okumadım ama Lisa Kleypas'ın akıcı dilini ben de seviyorum. Daha bıkmadım valla bir süre bunlardan devam edeceğim çk eğlncli o\>_< /o Kahrolsun entelektüel kitaplar. Hem tarih bilgim arttı kız.

      Sil
    2. Amanın yoksa yanlış bir anlaşmaya mı yol açtım!
      Yahu ben yorumda 'Ben hep belgesel izlerim, sadece siyasi kitaplar okurum, çok entelektüelim, sen öl' havalarında gezen ama akşamına muhteşem yüzyılda Sülümaağn diye hüngür hüngür ağlayan tiplerin bir çeşit parodisini yapmıştım.Bir yandan da kendimle dalga geçmiştim. Çünkü doğrusu her yerde yaoi izlediğimi de itiraf etmeyecek kadar kompleksli bir sözde entelektüelim.
      Bu çeşit kitapları okumayı severim ben. Hatta sevdiğim yazarların serilerini de tamamlarım. Bir çok yazar da okudum Lisa Kleypas tür içindeki en iyilerinden. Yine böyle bir seriye başlamaya niyetlenirsen bana haber ver, birkaç yazar önerebilirim ^^ Eğer istersen 2yi de 4ü de ben sana verebilirim. Sen 3.sünü okumuşsun. Aslında serilerde sıralı gitmek daha iyi oluyor. Ben Westcliff'li olan hikayeyi çok sevmiştim, Lillian daha matrak ve güçlü bir karakter serinin diğer kadınlarına göre. Ama 4 de güzel bence, Daisy değil de erkek karakter Matthew yüzünden sevmiştim o kitabı.

      Sil
    3. Yok ben seni anladım, ama bir yandan da blogun non-feminist çizgisindeki shoujo manga yaralarına parmak basmak ve aynı zamanda kadın mücadelesi hakkında konuşmak istedim. Mor bayrağını göndere çekmekskdsfjd. Yoksa leb demeden leblebi dediğini hemen anlayacak kadar tanıyoruz seni artık (tamam bu biraz iddialı oldu).

      Kleypas dışında Elizabeth Hoyt'un Prince serisini ve Four Soldiers serisinin 2. ve 3.sünü okudum. Ayrıca Westcliff'liyi kaç zamandır okuyacağım ama araya hep bir şeyler sokmuş oluyorum yanlışlıkla:/ (şimdi Hathaways'in 4.sünü soktum mesela). Wallflowers'ın 4. kitabını ben kendime Daisy ile Rohan'ın hikayesi olacak diye alıştırmıştım, o çıkmadığı için küstüm açıkçası. Seri halinde değil de konulara bakarak seçiyordum ama özellikle Hathaways birbiriyle çok bağlantılıymış, keşke hepsini birden sıralı okusaydım #itiraf. Sen hangi yazarları önerirsin? Hepsini wishlistime alıp okumak istiyorum hepsini (sekssiz olmasın).

      Bu arada Wallflowers'ın ebooklarını tablete indirmiştim, çok sağol teklifin için<3

      Sil
  2. Ben de Harry'i yazacam inşallah biterse. Soldiers Serisini okudun mu, ben sadece 2. kitabını beğendim o serinin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Soldiers dediğin Elizabeth Hoyt'un serisiyse 2 ve 3'ü okudum sadece. İkisini de beğendim aslında ama 2'de karakter olarak Melisande'yi tuttum<3 ya zaten Elizabeth Hoyt'un kadın karakterlerini daha çok seviyorum ben galiba. Böyle bir dik başlılık efenime söyliyim pabuç kadar diller<3 Lucy bile Simon'la uyumsuzluklarını bir kenara atarsak fena değildi bence ya.

      Harry kim? Ben Hathaways 3 Harry'si dışında Harry bilmiyorum .s

      Sil
    2. Aaa pardon bizim Harry ya Georgina'nın Harry değil mi? Ben onu yeşil gözlüm diye çağırdığım için adını bilinçaltımda bırakıyorum bazen.

      Sil
  3. Ağağağağağağağağağ Duygu abla T.T 10 aydan sonra seni görmek gerçekten çok güzel bir duygu sdkjffdjkkjd uzun zamandır yorum yapmıyorum T.T Seni gerçekten çok özlediiim T.T

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ooo hoşgeldiniz efem, aramıza döndüğüne sevindim^^

      Sil

Yorum Gönder