Son Zamanlarda İzlediğim Filmler 3: Sosyallik İllüzyonu Yaratsın Diye Sinemaya Gitmek

Her zamanki gibi amaçsız, işsiz güçsüz, boş beleş halde oradan oraya sürüklendiğim şu günlerde (tamam, şu yıllarda diyecektim) kendime bir hayat düzeni yaratmak için sinemaya gitmeye çalışıyorum -en azından harcayacak param olduğu sürece. Böylece evden dışarı çıkıp sosyal olayım, topluma uyum sağlamış hissedeyim, kalabalığa karışmış gibi görüneyim. Neyse bu işsizlik meselesine girmeyeceğim. Neredeyse 3 yıldır beni strese sokan, son zamanlarda ise başka bir şey düşündürtmeyen, düşündükçe de içinden çıkmanın imkansızlaştığı bir konu. Varlığıyla ruh sağlığım her geçen gün daha kötüye gidiyorken yokluğunun yeni sıkıntılar doğurmaktan başka bir işe yaramayacağını biliyorum. Nereye elimi atsam hayır gelmiyor çünkü hedeflerimi hep gönülsüzce oluşturuyorum, hayatımı başkalarına, topluma, geleceğe göre yönlendiriyorum. Ha kendimden emin olduğum farklı konularda bile fena bozguna uğruyorum o başka. Baskın ve güçlü yanı bulunmayan vasat biri olmak 26. yılımda sıktı artık. Hayatımın merkezine konumlandırdığım olaylar ya da insanlar için etkisiz eleman 0 olmak içimdeki Koçu hezeyanlara sürükledi. Özel biri olmasa da birileri için özel olma klişesini yapaydım bari ya. Biraz huzur için tek çözüm benim artık ben olmayacak kadar değişmem. Hadi inş cnm. Bloglarda, sosyal medyalarda falan Tutunamayan / I Don't Belong Here edebiyatı yapmadığım o güzel günleri ben de bekliyorum doğrusu.


Okumayı devamlı erteleye erteleye adaptasyonu çekilip bitene kadar geldik. Sonunda okudum, beğendim, hatta şurada da yazdım ama sinemada kaçırdım. En azından ben öyle sanıyordum. Yine bol anksiyeteli günlerden birinde kendimi sinemaya atmışken tesadüfen buna rastladım. Allah'ın hikmeti gibi görünüyor ama ben birilerinin "hadi Duygu gelecek, o çok özel biri, sürpriz yapalım" dediğine inanmak istiyorum.
Fincher favori yönetmenim değildir, katillere, psikopatlara, polisiyeye özel bir ilgim yoktur. En çok The Girl with the Dragon Tattoo'sundan etkilendim ama o biraz da uyarlandığı hikaye, Lishbeth ve Rooney Mara'dan kaynaklanıyor. Yoksa İsveç versiyonunun üstüne kuş kondurmamış yani. Gone Girl'ü uyarlarken de yorum katacak diye tüm hikayeyi değiştirmemiş, gayet sade anlatmış. Atmosferi doğru hazırlayıp oyuncuları da iyi seçince gerisi kendiliğinden geliyor sanki. Gone Girl, anlatıcı değiştikçe hikayeye bakış açımızın da değiştiği bir kitaptı ama en azından oyuncular deyim yerindiyse cuk oturmuş. Ben Affleck bence harika bir Nick. Şeytan tüylü, rahat, esprili falan filanlı biri olsa da duygusuz bir yanı da var. Rosamund Pike benim hayalimdeki Amy'den bile başarılı, kitapta tasvir edilen zarif, güzel ve ulaşılmaz kadının aynısı. Ha, ben ilk bölümdeki Amy'i daha sempatik bulmuştum, filmde biraz kasıntı elit havalarına sokulmuş. Halbuki Nick'le tanıştığı zamanlarda o eliyle pizza yiyen, espri yapan ve esprilere gülen, klişeleri hiç sevmeyen, karşı cinsle iyi anlaşacak kadar erkeksi ama çekici bulunacak kadar da kadınsı "cool girl/kafa kız" streotipine uygun davrandığı kitapta defalarca anlatılıyor. Yanlış anlaşılmasın, Rosamund Pike hanım Amy'nin diğer tüm zorlu karakterlerinin altından kalkabilmiş ama tek yapamayacağı rol sanırım kitapta portrelenen cool girl. Onun ciddi ve asil tarzına hiç uymuyor. Aman uymasın da zaten. Biraz da ciddi, mesafeli kadın karizmasını takdir edelim.

Kitapta bakış açımız anlatıcınınkine göre değişirken bunu sinemaya aksettirmek biraz zor haliyle. İşte bu yüzden bazı yerler fazlaca yüzeysel kalmış. Mesela kitabı okumayan birine göre Nick karısı psikopat çıkmış mağdur bir koca. Tüm salon onun içine düştüğü zor durumlara sempati ve acıma kahkahaları attı. Çünkü komik görünüyor. Aslında Nick'in karakterine inersek işin o kadar da arkasından entrika çevirilmiş zavallı saf komik adam basitliğinde olmadığını görürüz. Daddy issues içinde yüzen, karısının parası konusunda kompleksli, Amy gibi birçok maskesi olan şerefsizin teki iken aldatması bile mazur görülecek kadar sevimli hale bürünmüş. Kitapta sinirden tepindiğimiz sahnelerde ay bir güldük bir güldük sorma. Ayrıca Go'yu da ana karakterlerden biri yapmışlar, devamlı patlatıyor espriyi. Kitapta eleştirilen ama filmde yüceltilen erkek yancısı kadın. Ha, film bu haliyle kötü müydü, hayır, ilk yarıdan sonra izlemesi gayet keyifli bir hal alıyor. Kitaba da daha sadık bir uyarlama düşünemüyorum. Ama "kitapla sinemanın dili çok farklı ağbi yha" klişesi boru değil. 135 katmanlı karakterler ve hikaye örgüsü içeren kitaptan yüzeysel psikopatlı msikopatlı bir polisiye film çıkmış. Sonuç bu yani. Görünce çok heyecanlandığım şu yukarıdaki poster kitabı çok iyi, filmi ise çok kötü yansıtıyor. Blog yazmanın en eğlenceli kısmını unutmadan geçmeyeceğim: puanım 7.


Al işte Nuh'tan sonra bir başka dini hikaye daha, Hollywood'un yeni ekmeği. Ha ben Nuh'u sevdiğim için (yazısı da na burada) Musa'yı da seveceğimi düşündüm. Gerçi Christian Bale gibi aşşırı itici bulduğum bir adamın oynadığını göz önünde bulundurursak bu konuda fazla iyimser davranmışım. Aslında hazır aktörden girmişken devam edelim ve buradan çıkıp bitirelim. Çünkü yok efendim dini referanslarmış, kutsal kitaba ne kadar bağlı kalınmışmış, tarihi gerçekliği var mıymış o konuda yorum yapmak haddim değil.
Yorum yapılacak bir şey varsa sosyal medyada oyuncuların HEPSİNİN beyaz olması konusundaki haklı tepkiler. Bakın en dünyadan bihaber insan bile Mısır'ın coğrafi konumunu bilir. Ve nasıl Afrika'da, Orta Doğu'da böyle tümüyle beyaz tiplerin dolaşmasının hiç inandırıcı olmayacağını. En kötüsü de firavunundan tut 1-2 kelimelik sahnesi olan önemsiz rol de dahil kimsenin Mısır yerlisine benzemiyor olması. Köleler hariç, onlar full siyah. Musa'nın karısı biraz Orta Doğululara benziyor, o da İspanyol yani orjinalinde, bir başka beyazı fake tan ile boyayarak çok şükür koyu tenli etnik bir oyuncuya para verme tehlikesini atlatmışlar. Allahım nereden tutsak elimizde kalıyor. Hatta rezil bir şey söyleyeceğim. Hani tarihi film falan ya, acaba dedim, Ramses dedim, renkli gözlü falan mıydı dedim. Hani büyük bütçeli bir film ya böyle ayrıntıların bilerek yapılmış olmasını beklersin. Ama hayır böyle endişeleri yok adamların. Bir de çok bariz, hatta bariz olsun diye kasıldığı da çok bariz altın simler falan var. Evet, antik Mısır ve altın şeysini böyle bir konseptle bütünleştirmişler adamlar. Mastırmaynd. Üstelik bu sadece kraliyet üyelerinde var, Musa hariç tabii, o olgun ve oturaklı bir adam, ileride ezilenleri kurtaracak bir asi, makyajla alakası olmaz. Ramses'in yıpratıcı bir savaş sonrası eyelinerı akar, altın boyası gider ve jilet traşı bozulur. Evet cidden bilerek yapmışlar, işte gerçekçilik katıyorlar kendilerince. Musa ise karizmadır, boho sakalıyla görünmez veletlerlen falan konuşur. Ayrıca izleyicilerden "Ramses şımarıktı ve hiç Mısır Kralı havası yoktu vb" yorumlarını duydum. Hayır yani ne bekliyordunuz ki? Tabii ki toplumsal hiyerarşiyi sapına kadar damarlarında hissederek benimsemiş bir adam karizmatik bir saf kötü olmaya mı kasacaktı? Gerçi böyle bir filme klişe kötü kral yakışırmış ha. Joel Edgerton'ın ülke yönetmekten sıkılan, egosu tavan yapmış, istediğini elde edemeyince mızmızlanıp atarlanan sevimsiz kral portresini ben başarılı buldum valla. Ki adam gıcık roller için yaratılmış sanırım, The Great Gatsby'de de yine iticilik abidesi bir koca rolündeydi. Halbuki normal hayatta pek sıcakkanlı falanmış, kısmet işte. Başka ünlü oyuncular da var filmde ama Musa dışında herkes bir piyon adeta. Neden orada olduklarını bilmiyoruz, tesadüf sanki. Sigourney Weaver olsun, Ben Kingsley olsun... Özellikle acılı bakışlarını sevdiğim Aaron Paul keşke biraz daha konuşsaydı da kanımız biraz ergen asiliğiyle dolsaydı. O değil de bu beyfendiyi herkes Breaking Bad Jesse olarak tanıdı, bense Korn'un Thoughtless klibindeki isyankar genç olarak. Bu bilgiyi neden verme gereği duydum bilmiyorum, tam bir hipster cümlesi gibi duruyor ama klip yayınlandığı zamanlar bu kim diye manyak gibi arayıp tarayıp pek sonuç alamadıktan birkaç yıl sonra arkadaş baya ünlendi. Güzel bir sürpriz olmuştu yani onu paylaşmak için şeyettim. Yoksa Korn gibi gayet bilinen bir grubun bilinen bir klibini sadece ben izlemiş gibi davranmıyorum tabii. Kendisine verilen öfkeli yaralı ruhlar rollerinin aksine o da orjinalinde gülümsemesi yüzünden eksik olmayan tatlış birisiymiş. Vay be.

Bu filmin Noah'dan daha yüksek puan alması gerçekten kalbimi kırıyor. Neyse imdb kim ki ya sen asıl benim puanıma bak. 4 verdim.

Bu filmi niye listeye aldım bilmiyorum. Güzel bir gifini buldum. Taa yazın seyrettim, hiçbir akılda kalıcılığı olmadığı için aklımda da yapacak bir yorum yok, her şeyi unuttum. Bende uyandırdığı büyük hayal kırıklıkları dışında. Tamam, bizim gibi afet-felaket sever kitleden (bkz. blogda hep felaket konuşuyoruz) para söğüşlemek için yapmışlar orası belli ama yine de bu kadar vasatlık beklemiyordum. Babaya gıcık oldum, kameraman kardeşe gıcık oldum, filmin konsepti düşünülürse samimiyetsiz de olsa duyar kasılabilecekken yarattıkları seksi Greenpeace'ci kız ve bunu yatağa atmak için çevreyle ilgileniyormuş taklidi yapan sözde efendi oğlana gıcık oldum. Tüm bu çevre işiyle dalga geçmelerine gıcık oldum ama yine de senaristin prodüktörün falan küresel ısınma yüzünden çıkan feci bir fırtınada "tmm doğayı ciddiye alıyorum artık" derken ölmelerini dilemeyeceğim, hayır. Beynimi kapatıp efektleri, fırtınayı izlesem gayet güzel bir filmdi. O kadar para bayılmışken tabii ki gerizekalı seyirci modumu açma iyiliğini yapmayacağım. Geri istiyorum paramı, onunla organik brokoli falan alırım da bir işe yarar en azından. Puanım: 3,5.

Yorumlar

  1. "Bloglarda, sosyal medyalarda falan Tutunamayan / I Don't Belong Here edebiyatı yapmadığım o güzel günleri ben de bekliyorum doğrusu."

    Şu sözün altına imzamı atmak istiyorum ya bu kadar iyi tasvir edilebilir anca.

    Gone Girl'ün kitabını okumadığım için ben beğenmiştim filmi sen kitabını okumana rağmen beğendiysen demek ki iyi uyarlamışlar.

    Bir de bu aralar manga okuyor musun senin şu bol taşlamalı manga yorumlarını özledik valla *yüzsüz mode on*

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabı tabii ki daha güzel ama uyarlama olarak da gayet iyi bence.

      Ya bu aralar manga okumuyorum çünkü zamanında önüme geleni okudum (biraz daha seçici olmalıymışım), çoğu da hala devam ediyor ama işte çeviri sorunu var. Çok fark yaratmadığı sürece de yeni bir şeye başlamak içimden gelmiyor, onun yerine romantik kitaplar okuyorum ne yalan söyleyeyim eheh:>

      Sil

Yorum Gönder