It Follows (2014)

Ara sıra şans yüzüme gülüyor. Keşke böyle küçük şeylerde değil de hayatımı ilgilendiren mevzulara da el atsa kendisi. It Follows'u da küçük şey olarak değerlendirmek ayıp olur yalnız, bu mevzuların içine bile alabiliriz hatta. Ne bileyim aklına gelince yüzünde bir gülümseme ve tatmin ifadesiyle kafanı sallamak en azından günlük hayatı etkileyen şeyler.

Bu filmden etkilenmemin sebebi beklentilerimi düşük tutmam mıydı? Muhtemelen değildi. Gösterime girdiğinde burun kıvırdım, internetlerde karşılaşınca gözlerimi devirdim, bloglarda okuyunca tahammül eşiğimin sınırına geldim. Tek suçlusu o poster. İç çamaşırlı sarışın bir kız, kapana kıstırılmış ve korkmuş. Yine seksi bir kadının dekolte vererek kaçtığı, çirkin psikopat katilin kovaladığı leş Amerikan korku filmlerinden olduğuna o kadar inandım ki bu önyargımı ancak kendisiyle 34. kez karşılaşıp hakkında söylenenlere kulak verdiğimde kırdım. Övülüyor da neden övülüyor diye merak edip bakışım epey uzun sürdü. Sağlam iradeymiş benimki de, her zamanki inatçılığımı korumuşum, tebrikler Duygu.

Bütün bu süreçler filmin gösterime girdiği hafta oluyor. İrade o kadar da sağlam dedildi belki hmm. Aman olmasın zaten, yoksa bu filmi sinemada izleme fırsatını kaçıracaktım. Burada daha hikayeye bile giriş yapmadan 3 paragraf yazma zevkini kim bilir kaç ay, kaç yıl erteleyecektim. Hem böyle işler kader kısmet. Belki de ölecektim yani kim bilir? It Follows izlemenin dünyevi zevkini tatmadan göçüp gidersem çok yazık olurdu doğrusu.
Ne yorum yapsam bilemediğim bir konusu var, hatta ilk başta pek klişe buldum. Ana karakterimiz Jay'e cinsel yolla bulaşan paranormal bir yaratık hakkında film. Aslında evet, bu kadar basit. Aman efendim twistlerdir, çok katmanlı olay örgüleridir, kafamıza takılan sorulardır, seyirciyi aptal yerine koymalardır, bunlar yok. Adı olduğu gibi anlatıyor filmi, hatta halka hitap etmeli rezil Türkçe çevirisi "Peşimdeki Şeytan" bile çok doğru. Ben de yazının başına koyduğum görseli filmi çok iyi yansıttığı için seçtim mesela. Bu filmin olayı takip edilen bir Jay. İç çamaşırlı posterinden çıkardığım kaçan kız-kovalayan katil tespitim bir anlamda doğruymuş aslına bakarsan.

Jay'e musallat olan yaratığımızın oradan buradan sıçramalı, aniden belirivermeli özel güçleri yok, silahlı bir psikopat katil hiç değil. Gotik "yaratık" makyajı varsa bile pek görmüyoruz. Aslında yaratık, Jay'in etrafında yürüyen herhangi biri olabilir, sanırım insanın tüylerini ürperten kısmı da bu. Hiçbir zaman makyaja ve efekte boğulmuş sürekli böğüren histerik yaratıkları korkunç bulmadım, korktuysam da bunlar yüzünden korkmadım. Benim için filmin atmosferi ve anlatım üslubu daha büyük rol oynar. Aslında korku türünün tüm sevilesi temel unsurlarını bu film en basit haliyle barındırıyor, başarısını da bunlar sayesinde elde ediyor. Bir anlamda çoğu filmin korkutmak için kıçını yırttığı halde neden çuvalladığını sorgulatıyor insana. Eh artık bunların analizini de sinemanın teknik kısımlarını bilenler, bu işten anlayanlar falan yapsın, bana düşmez.

Jay sürekli tetikte ve kaçış halinde olsa da, müzikler bangır bangır salonu yerinden oynatsa da genel olarak sakin, dingin, hatta huzurlu bir hava hakim. Banliyöler ile ıssız dağlar, bayırlar, ormanlar, sahiller arasında mekik dokuyoruz. Kontrastlar iyi kullanılmış, bir yanda nezih şehir manzaraları, diğer yanda tekinsiz doğal güzellikler. Ben korku filmiyim diye bağıran kasvetli görsellik yok (ki benim sevdiğim bir şeydir aslında), renkler canlı ve havalar güneşli ama hafif bir solgunluk, baskın olmayan bir karanlık var. Devamlı hareket halinde olunmasına rağmen anlatımı durgun. Üstelik seyirciyi içsel anlamda da pek durgun bırakmıyor. Ustaca yakalanmış şık bir açıyı yeterince sindirmemize izin vermiyor çünkü her an her şey mahvolabilir. Müzikler nerede ne zaman korkacağımızı bize söyleyecek şekilde ayarlanmışsa da son dakikaya kadar tehlikenin geldiğini asla haber vermiyor, devamlı arkamıza, yanımıza yönümüze bakıyoruz. Bu kesinlikle jump-scare ucuzluğuna bulaşıldığı anlamına gelmiyor. Hiç rahatlayamıyoruz ki boş bulunduğumuz bir anda ce-e deyip bizi sıçratsın sonra da küfrettirsin. İblisimizi fonda saklamak için özel bir çaba sarfedilmiyor ama ön plana da çıkarılmıyor. Öylece geliveriyor. Sinemadaki tüm seyirciler kendini koyuverip bağırıyor GELİYOO KAÇ KAÇ KAAAAÇ diye, Jay kimi zaman duyuyor, kimi zaman duymuyor. Ne zamandır bir yaratık çıktığında meeh diye arkama yaslanmak dışında bir tepki vermemiştim. Belki en son Insidious'ta böyle gözlerimi hiç kırpmamak için koca koca açmıştım. Bu iki filmin birbiriyle pek benzerliği yok gerçi. Yoksa var mı?

Hemen gözünüzü devirip kaçırtmasın ama biraz da retro havası estiren bir film, gerek anlatım gerek müzik olarak (aa evet müzik kısmına sonra değineceğim, iki cümleyle araya sokuşturmaktan fazlasını hakediyor). Öyle belirli bir dönem kasmamışlar, ki yönetmenin kendisi de 2015 de dahil hiçbir döneme ait gibi görünmesin diye bilinçli yapıldığını söylüyor. Kızlardan birinin elindeki deniz kabuğu tasarımlı akıllı telefon-Kindle karışımı şey de filme bunun için konmuş. Tüplü televizyonun, izledikleri eski filmlerin vs hipsterlık adına orada bulunduğunu sanmıştım ama zaman geçtikçe üslubun bu olduğunu farkediyoruz zaten. Kostüm drama çizgisine kesinlikle yaklaşmamış ama sadece görsellikle alakası bulunmayan bir eskiye dönüş var burada. Müzikler en bariz örneği olduğu gibi anlatımın hafiften oldschool korku türüne dönüşü göz ardı edilemez. Daha önce de söyledim, ben kült korku filmi sevmem. O yüzden It Follows'u beğenmemi biraz garipsedim. Görüntü kalitesi ve efektlerin jilet gibi olması benim için bir avantaj ama zaten dijital efekte çok da ihtiyaç duymuyor. Bu filmi özel yapan şey, modern korku türünün evrildiği noktada verilecek en iyi örneklerden olması sanırım. Ben bunlara hisli korku diyorum. Korkutmaya odaklanmayıp bir hikaye anlatmaya çalışan, karakterlerin iç dünyasına daha derin indiren, psikolojik dalgalanmalar yaratan, hissiyatlı filmler. Bir nevi korku türünün sanatsal kaygıyla çekilmiş versiyonları aslında -ki günlük hayata uçarlı kaçarlı gariplikler sokmaya çalışan katıksız sanat filmleriyle karşılaştırıldığında bile korku türü sanatsal üsluba daha uygun. Psikolojik çeşitlilik çok çünkü. Bu hisli korkuların bir başka iyi örneği olarak The Babadook da sayılabilir, It Follows seyirciyi germe işinde çok daha başarılı olsa da.

En sevdiğim başka bir unsur da filmdeki karakterler. Hikayeyi ve çok yanlış yere çekilebilecek seks temalı mesajlarını bir kenara bırakalım. Filmde Jay'e destek olan kız kardeşi ve kız arkadaşı klasik yüzeysel kadın karakter stereotipinin dışında. Tipleri vasat, erkekler dışında konulardan bahsediyorlar, belirli ilgi alanları ve kendilerine has kişilikleri var, ki bunlar çoğu filmde es geçilir -ana karakter bile olsalar. Ana karakter demişken, Jay posterde seksiliğiyle ön plana çıkarıldı ama filmde kamera ona torpil geçmemiş, vücudunu göze en hoş ve estetik gelecek şekilde ortaya çıkarmaya kasmamış, 31 malzemesi kareler yaratmaya çabalamamış. Bu da filme daha iyi odaklanmamızı sağlıyor, gerçekçiliğe katkıda bulunuyor. Zaten Maika Monroe da tam anlamıyla Barbie sayılmaz. Kendisi sporla uğraşan güçlü kuvvetli, iricene bir kızımız (iri dediğim 38 bedendir en fazla ama mainstream filmler için pek asi bir seçim). Ayrıca Jay ne korkak, ne de Xena gibi hadi gel kamon şimdi sana gününü göstereceğim dikbaşlılığında. Kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor, düşünebiliyor, kararlar alabiliyor. Kulağa basit gelecek belki ama korku filmlerinde pek alışık olmadığımız şeyler (güçlü fedakar anne stereotipi ise çok ayrı bir konu).

Korku filmlerinde müziğin kullanımının ne kadar etkili olduğunu, hatta filmin havasını komple değiştirebileceğini biliyoruz. It Follows'un başarısında müzikleri büyük oranda pay sahibi. 70'ler, 80'ler esintileri var, synthler duyuyoruz, aynı zamanda modern noise kullanılmış. Ben çok anlamam ama burada en anlamayanın bile farkedeceği bir şey müzik unsuru. Sakin sahnelerde de hareketli müzikler var ama tüylerimizi ürperten iblisli gerilimli sahnelerdeki değişim çok bariz. Bir de yer yer slow motion ile desteklenince seyircilere resmen terör estiriyorlar. Eski tarz korku klişelerinin izinden gitse de yeni şeyler söylüyor. Nasıl başarıyor bilmiyorum ama yapıyor.
Modern korku filmlerinin gidişatı beni mest ediyor mest. Daha fazla sanatsal kaygı duyulsun istiyoruz, daha fazla psikolojik unsurlar kullanılsın istiyoruz, daha fazla hisli korku istiyoruz DAHA FAZLA! Ya da vazgeçtim, daha fazla yaparlarsa biz nankörler kıymetini bilmeyiz. It Follows'u tüm o tekinsizliğiyle, sakinliğiyle, retro/modern harmanıyla, ustaca kurgulanmış kontrastlıklarıyla sevdim. Koltuğun ucunda izletmesinin bir payı yok değil tabii. Sinemadan çıkınca kendi gerçekliğimize uyum sağlamakta zorluk çektirmiş o nadide filmlerden biri olduğu için ayrıca sırtını sıvazlıyoruz. Tabii sonuçta korku filmi canım, çok da şeyapmamak lazım.

Puanlamadan olmaz!
Konsept: 9
Hikaye: 7
Anlatım: 10
Karakterler: 9
Görsellik: 9

Genel: 8.89

Yorumlar