Crimson Peak (2015)

Geçen haftalarda gösterime giren Crimson Peak'i gösterimden kalkmadan (yani en azından yakınımdaki salonlardan) son gün son seansına 15 dakika gecikmeli de olsa yakalayabildim. İzlemek için bu kadar kasmama rağmen beklentilerim çok yüksek değildi. Tamam biraz yüksekti, çünkü 1)çok sevdiğim Pan's Labyrinth'in yönetmeni Guillermo del Toro'nun bir başka gotikli motikli korku denemesi olacaktı, 2)çok sevdiğim dönem filmi kızı Mia Wasikowska başrolü oynuyordu 3)Tom Hiddleston ilginç bulduğum, korku filmlerine yakıştırdığım bir oyuncudur 3)mekanın görkemi beni çok etkiledi 4)dönem filmiydi. Yani bunlar yüksek beklenti değilse artık nedir bilmiyorum. Ama bu sefer sezdim herhalde, kalbim öyle heyecandan pır pır atmıyordu, sadece farklı bir deneyim ve keyifli geçirecek vakit gözüyle bakıyordum. Öyle de oldu ama daha fazlası değil.

Şu anda çok sakin ve tarafsız konuştuğuma bakmayın, filmden çıktığımda uzun bir süre kendi kendime söylendim ("kendi kendime" çünkü sinemaya birlikte gidecek kimsem yok ve bu çok da sorun değil). Guillermo del Toro'nun bir yerlerde kasvetli gotik bir şato neyin bulduğunu, haydi bu malzemeyi kullanayım da bir film yapayım, sonra gelsin paracıklar deyip arka plana siktiriboktan bir hikaye karalayarak öylecene bir film çıkarıverdiğini düşündüm. Ama üzerinden birkaç gün geçince kafamı toparlayıp sanatsal(?) değeri olan bir film kategorisine BELKİ DE konulabileceğini düşünmeye başladım.
Sonradan görme bir Amerikan zengini ailemiz var, baba-kız. Bu prenses kızımız Edith'e zaten filmin geçtiği dönemde çökmekte olan aristokrasinin pek de üst sayılamayacak tabakasından bir İngiliz görücü geliyor. Baba engelliyor ama onun şaibeli ölümünden sonra Edith Amerikanyalarda durmuyor ve kocaya kaçıyor. Thomas beyimiz de iflasın eşiğinde ama hayallerindeki lokomotif işini (filmin başını kaçırdığım için bu kısımdan emin değilim) yapabilmesi ve ablasına bakıp evi pardon şatoyu geçindirebilmesi için paraya ihtiyacı var, NE TESADÜF. Edith'in ne biçim bir bataklığa düştüğünü anlaması biraz zaman alsa da eninde sonunda bir şeylerin yanlış olduğunun farkına varabiliyor, sürekli oradan buradan hortlayan hayaletler sağolsun.

Edith masum bir kızcağız, dünyayı tanımıyor, aşkın çok yüce bir şey olduğuna falan inanıyor pfff. Ama saf, naif ve cici kız konseptiyle filmin sonuna kadar hiçbir şeyden şüphelenmeyerek bizi çıldırtan o karakterlerden de değil. Sıcak bir yuvanın güvenli ortamından sonra o kasvetli evde ömrünü sürdürme fikrini değerlendirmesi bile büyük başarı, ben yapmazdım. Ayrıca gördüğü hayaletlerin gerçekliğinden emin, en başta çıkan hayaletin verdiği mesajı idrak edince ciddiye alıyor falan. Kocası ya da babası tarafından halisünasyon gördüğüne inandırılan, kolay manipüle edilen bir tip değil. Korkmasına gelince, eh çok normal. Bence sinir bozucu seviyeye gelmeden saf olabilen nadir korku filmi karakterlerinden. Thomas ise romantize edilerek torpil geçilen bir karakter olmuş. Ablasından pek de bir farkının olduğunu düşünmüyorum, sadece onun kadar nevrotik değildir belki de. Lucille, ah Lucille, herkes suçu sana atıverip sıyrılıyor, sözler verip seni aldatıyor, sonra zaten yerinde olmayan akıl sağlığını korumanı bekliyorlar. Şuursuzca ileri gidip hikayedeki asıl kurbanın sen olduğunu falan iddia etmeyeceğim ama garip bir şekilde kızamadım sana. Öl istedim ama hakettiğini düşünmüyorum. Hatta yazık oldu bile diyebilirim. Öyle kötü karakter hayranı olma gibi özentiliklerim yoktur ama Lucille'in yeri başka.
Karakterler ve oyuncular fena değilken bize hiç de heyecan vermemesinin sebebi bence Edith ile Thomas arasındaki sözde romantizmi hissedemeyişimiz. Aralarında hiç çekim olmadığı gibi Thomas'ın Edith'e birdenbire aşık oluvermesi bana mantıklı ya da inandırıcı gelmiyor. Korku filminde romantizm hissetmesen de olur diyeceksiniz ama Guillermo del Toro filmi gotik-romantizm türünde yapmayı hedeflemiş. Gotik kısmındaki başarısının aksine romantizm öğesi adeta çöküyor. Filmin iki kritik noktasından biri eksik olunca filmden de yeterince zevk alamıyoruz haliyle. Gerçi illa ki romantizm olacaksa Thomas ve Lucille'in birbirine olan hisleri bile daha anlaşılır nitelikteydi. Durun durun hemen beddua etmeyin, söylediklerim spoiler değil, zaten aralarındaki şey en baştan farkediliyor. Ensest sonda açıklanan bir twist değil de ayan beyan gözümüze sokulmuş bir öğe. Gerçi Thomas onu bile beceremedi. Sen o kadar saman altından su yürüt, ablana pis işlerini yaptır, ona sözler ver, sonra yaptığının ne kadar sağlıksız olduğunun farkına varmış pişman adam pozları kes. YOK YA? Keşke filmin sonunda Edith ve Lucille sevişip ilişkilerine yeni bir yön katsalardı. Ooo düşüncesinden bile ıslandım. Şaka şaka ben aseksüelim. Ama erotik bir fanfic'ini falan yaparlarsa hayır demem okurum. OTP'nin adı ne olurdu acaba? Ludith mi yoksa Edille mi?
Filmin en kilit kısmı, asıl ana karakteri, bir canlı değil. O şato mu, malikane mi, cehennem mi artık her ne lanetse, başrolü o kapmış. Mekanı bulduktan sonra filmi ona göre yaptıklarını düşündürecek kadar cezbedici bir yer. Gerçi sıfat bulmakta zorlanıyorum, cezbedici onu tanımlayan en iyi kelime sayılmayabilir. Geçtiği dönemin ruhunu yansıtan, bol kasvetli bir yer. Film için gerçekten bir mekan inşa edilmiş. Dekorasyonu, detayları, her şeyi ile pek görkemli. Daha doğrusu kasvetli-görkemli. Hayaletlerin cirit attığı, kanayan, nefes alan bir ev. Her yerinden tekinsizlik akıyor. İçine kar yağıyor. Aman Tanrım bir rüya gibi, gerçek olamayacak kadar güzel, ki zaten değil de. O evde yaşamak ilginç bir deneyim olurdu, sonra uykusuzluktan ve büyük ihtimalle hijyenik şartlar yüzünden ölürdüm tabii. Şu lokomatif işi de filme ufak bir steampunk dokunuşu katmış. Viktoryen dönemi tercih ederim ama burada hiç de şikayet edemeyeceğim.

Hayaletlere pek girmedim farkındaysanız. Daha iyi işlenseydi filme zenginlik katabilirmiş halbuki. Ben çok inandırıcı bulamadım. Bilgisayar efekti sanıyordum ama baya baya bunların kuklalarını yapmışlar. Orjinalleri bence çok daha korkutucu. Filmde oralarından buralarından çıkan dumanlarla muhtemelen puslu romantik bir hava vermeyi amaçdılar, ama fena patladılar. Pus ve sisi dağda bayırda bahçede bol bol kullanarak iyi yapmışlar ama hayalette işe yaramıyor anlaşılan. Hayaletleri rahat bırakın.
Hani ilk izlediğinizde sevdiğiniz ama sonra unutuverdiğiniz filmler vardır ya, bu onun tam tersi benim için. Sıkıldım, yapay buldum, sürekli eleştirdim ama üzerinden zaman geçtikten sonra o olumsuz duygularımın yok olduğunu ve ardında güzel bir hatıra bıraktığını gördüm. Bunu hakedecek bir şeyi yok ama öyle. Bir başka örneği için bkz: Moth Diaries.

Puanlamadan olmaz!
Konsept: 8
Hikaye: 5
Anlatım: 5
Karakterler: 6
Görsellik: 7

Genel: 6.78

Yorumlar