Wallflowers Serisi - Lisa Kleypas

Edebiyat hakkında konuşmak tıpkı müzik gibi bu işten anlayan kişiler yaptığında değeli oluyor ama bir şeyler okuduğum zaman hislerim içimde tutamayacağım kadar yoğunsa klayve başına geçmeden edemiyorum. Son zamanlarda kafamı oyalasın diye okuduğum historical romance kitapları siz de takdir edersiniz ki öyle dev birikim gerektirmiyor. Buna rağmen bitirdiğimde kendi kendime söylendiren, hakkında konuşmayı en çok sevdiğim kitapları Lisa Kleypas yazıyor. Bu türün daha iyi örnekleri var mı? Çok vardır eminim. Ama bu kadının artık üslubundan mı, karakterlerinden mi bilinmez, bir şeyi çekiyor adeta. Kendine has tarzı çok belirgin olan Julia Quinn'i ele alalım. Esprili üslubu çok daha eğlenceli ve akıcı, diyaloglar müthiş. Esas oğlanlar kadınlara yönelik romantizm kurguları için ideal nitelikte. (Öff şu cümle için ne kıvrandım be, 'hep beta erkekleri yaratıyor'un kibarcasını demeye çalışıyorum, ki bu en azından benim aradığım bir özellik). Gel gör ki, Julia Quinn kitapları bu türün sevimli tarafını yansıtsa da o beklediğim erotik sahneler hiç gelmiyor anacım ya. Özellikle son zamanlarda hikayelerine hiç seks koymadığını söylüyorlar. Belki ben yanlış kitaplarını okuyorum, belki de eskiye dönmekte fayda vardır, kim bilir?

Lisa Kleypas'ın kurguları ne kadar zayıf olursa olsun karakterler arasında yakaladığı enerjiyi, çekimi ve tabii ki seksli bölümleri seviyorum ben ya:3 Her zaman beta erkekleri yaratmasa da şerefsiz alfaları dayamıyor (gama erkekleri de kabulüm). Comfort yazar diye bir şey varsa Lisa Kleypas benim için odur, en azından bu tür için. Moralimin çok bozuk olduğu bir akşam beni sedatif etkisiyle gerçek dünyadan hemen uzaklaştıracağından emin olduğum bir kitaba ihtiyacım oldu. Kadının her hikayesine bu kadar gözü kapalı güvenmem ama içinden 2 tanesini daha önce okuduğum ve zevkinden emin olduğum kişilerin övmesiyle aklımda yer etmiş şu ünlü Wallflowers serisine bir başlayayım dedim. Görevini ziyadesiyle yerine getirdi sağolsun, üstümdeki yükü hafifletti, dünya katlanılabilir bir yer oldu. Mutlu etti.

Again the Magic: İşte Lisa Kleypas'ın hemen her kitabında mutlaka referans verdiği Marsdenleri şöyle etraflıca bir tanıdığımız, Stony Cross Park'ın büyüsünü keşfettiğimiz ilk kitap. Dörtlü seride yer almıyor, daha çok ön kitap sanırım. Lisa Kleypas, imzası olan light üslubunu bırakıp bol ağlamaklı bol üzünçlü bol dramlı bir hikaye yazmış. Marcus'un kız kardeşleri Aline ve Olivia'nın bol sırlı gizli aşk hayatlarını okuyoruz. Özellikle Olivia ve Gideon kısımlarını, pek de bir olayı olmasa da, çok sevdim. Aline ve John okumak biraz azap veriyordu, ondan herhalde. Bu kitabı okuyalı 1 seneden fazla oldu. Kalan kitapları hemen okumak yerine cepte tutmamın sebebi öve öve bitirilemeyen o Marcus. Kontrol manyaklığı, karşındakini ezen dev özgüveni ve mağrur duruşuyla adının geçtiği her bölümde soğuk rüzgarlar estiren adamı sevmedim, sevemedim. Bundan da önce okuduğum Devil in Winter'da ilk izlenimlerim de pek olumlu olmamıştı. Şurada bahsettiğim Bow Street Runners serisinde YİNE karşıma çıktı, yine sevmedim. İlk kitaba başlarken Marcus'u seveceğim bir gün gelecek mi diye merak ettiğim doğrudur.

Secrets of a Summer Night: Okuyanların pek tavsiye etmediği, atla dediği bir kitap bu. Wallflowers kızlarına kanım kaynadığı için hepsinin teker teker tanıtıldığı bölümleri kaçırmayı göze alamayarak okumaya karar verdim. İnsanların neden itici bulduğunu anlasam da kitabın genel olarak kötü olduğunu düşünmüyorum. Fakir ama gururlu aristokrat kızımızla sonradan görme oğlanın hikayesi ilk başta öyle fena bir yerdeydi ki yazarın nasıl toparlayacağını kestiremedim. Ama beni tatmin etti valla. Şimdi doğruya doğru, Annabelle başlangıçta önyargılı, kendini beğenmiş, sinir bozucu bir tip, ancak karakter gelişimi hiç de azımsanacak gibi değil. Karakteri Simon'a tezat gibi görünüyor ama iyi bir uyum yakalıyorlar. Simon romantizm türü içinde esmer-maço formülünü yıkan nadide bir elmas adeta. Sabır abidesi, olgun, komplekssiz (orta sınıftan geldiği için herhalde) bir insan. Ya tamam bu kadar süslü tanımlara gerek yok, kısaca düz adam diyelim Simon'a. Ama düz iyidir. Düzü seviyorum. Hödük bir dallama olmadığı sürece. Eh, Simon değildi. Yalnız bunların tavşanlar gibi çiftleşmesi ne iş? Erotik sahne isterken resmen 4'te 3'ü seksten oluşan kitaba çattık. Aralarındaki çekim çok iyi anlatıldığı için baymadı. Ve Marcus'u bu kitapta da sevemedim, üstüne bir de gıcık oldum.

It Happened One Autumn: Kızların içinde favorim Lillian'ın hikayesi için pek heyecanlıydım. Marcus'u sevmediğim için Lillian'ın ona sürekli kafa tutması hoşuma gidiyordu. Herkes bunların karakterinin ne kadar zıt olduğundan hayıflanmasına rağmen aslında benzerlikleri yüzünden geçinemiyorlar. Bir kere ikisi de dominant karakter. Biri kontrol etmek isterken diğerinin başkaldırmasına sebebiyet veriyor bu da. Sonrasını biliyoruz, tartışmalar falan. Bunların zıtlaşmalarını okurken asabımız bozulmuyor çok şükür, hatta kavganın en öfkeli anında sevişmeye başlamalarını bekleyerek geçirdim kitabı. Biraz kink olsa garipsemezdim herhalde. O yüzden yakınlaşmaları ileri boyuta taşındığında biraz hayal kırıklığına uğramadım değil. Marcus'un klasik onurlu erkek safsatalarını bırakmasını beklerdim. Hele "ne malum seni hamile bırakmadığım, evlncz mecbur" dediğinde onu bıçaklamak istedim, tabii etten kemikten olmadığı için bunu yapamam. Bir de St Vincent'ın olaya dahil olması falan derken sonu beni pek tatmin etmedi. Ama Marcus'un en insancıl ve tutkulu yanlarını gördük, sürekli iş üstünde basıldılar, arada rezil olduğu zamanlar oldu falan. Kitabı bitirince bir de baktım ki artık ondan nefret etmiyorum. Bundan sonra Lisa Kleypas'ın bilmem hangi serisinde Westcliff ismi geçerse "yine nerden çıktı bu adı batasıca" demek yerine nostaljik bir hisle duygulanacağım.

Devil in Winter: Bu kitap okuduğum ilk tarihi romanslardan. Çok sevmiştim. Serinin de tek başına okunmaya en uygun kitabı sanıyorum, çünkü diğerlerinden biraz kopuk. Sırayı bozmamak adına tekrar okudum, yine de tam bütünleştiremedim. Belki Stony Cross Park'ta geçmediği, belki de diğer kızları neredeyse görmediğimiz için. Benim gözümde ayrı bir hikaye olmaya devam edecek. Evie ve Sebastian'ı önceki kitaplarda görmek güzel bir deneyim oldu tabii. Evie'nin karakter gelişimi büyük olmuş havası yaratılsa da o her zaman dışarıya küçük bir serçe izlenimi vermeyi seçen güçlü bir karakter olmuştu zaten. Asıl değişim her bölümde mood swingler yaşayan, sürekli içinde gizlediği birşeyleri açığa çıkaran kişi Sebastian'dır benim gözümde. İkizler burcu mudur nedir? İlk okuduğumda Evie'ye aşık olması çok mantıklı gelse de tekrar okuduğumda diğer kitaplardaki doğallığın burada olmadığını farkettim. Ama kimin umrunda? İyi bir çekim yakalandığı sürece böyle takıntılı ve abartılı aşkları seviyorum, bu da benim guilty pleasure'ım olsun. Sebastian'ın efemine karakteri o "erkek sineği bile yanına yaklaştırmam" maçoluğunu dengelediği için itici de durmuyor üstelik. Yine de tüm kitapları okuduktan sonra hikayenin en cici, en munis kızı Evie'nin daha iyisini hakettiğini düşündüm. Evie eğer sağlam ve güçlü bir karakter olmasaydı "namuslu kıza aşık olarak yola gelen ahlaksız kazanova" klişesi göz dervirtebilirdi, çok şükür paçayı yırtıyor.  

Scandal in Spring: Serideki tüm kızları sevdim, favorimin Lillian olduğundan da bahsettim. Ama Daisy'nin yeri ayrı. Hep çocuk kalan bir kızkardeş gibi ama olgun ve makul yanları da var. Sıradan insanların hemen anlayıp seveceği tiplerden değil, daha özel biri. Hassas ve romantik bir ruh. Onu olduğu gibi kabul edecek, hatta ona ekstra hassasiyet gösterecek ultra romantik bir oğlan hayal ettim. Gele gele kazma Matthew geldi. Onun da göründüğü gibi biri olmadığını farkediyoruz elbette. Daisy'i kabullenmesi, hatta onun bu hallerini sevmesi takdir ettiğim bir şey. Ama aralarındaki çekimi bir türlü hissedemedim. Daisy'nin sırf iki baklava kası gördü diye Matthew'a karşı düşüncelerini 180 derece değiştirmesi bana pek inandırıcı gelmedi. Halbuki gelecek vaat eden ilginç bir konusu var, biraz heba olmuş gibi hissettim. Hala bir önceki kitapta sıcak dakikalar yaşadığı hisli ve romantik Cam Rohan oğlumuzla daha uyumlu olacaklarını düşünüyorum. Ama Rohan şu anda Hathaways serisine kaydırıldı, müsait değil maalesef. O seriyi de en son bıraktığımda Daisy'e benzeyen egzantrik en küçük kardeş bir başka kazma ile uğraşıyordu. Tabii o kazmanın aksine Matthew, Daisy'e çok daha fazla değer veriyor çok şükür. Neyse bakalım, bu kitap da böyle olsun.

Bir aydır son kitabın son bölümündeyim. Günlük hayatımda yoğun bir tempoya girdim, bir daha da çıkamadım. Kitap bitince bunların yaşadığı aile saadetini, çoluğa çocuğa karışmalarını falan anlatan A Wallflower Christmas novellasını okumayı planlıyorum. Kesin duygulanacağım. Benim için sıradan bir historical romance serisinden fazlasını ifade ediyor bu seri. Belki kızların arasındaki sadık arkadaşlık, belki de birbirine değer veren tatlı insanların bir araya gelişi beni etkiledi, bilmiyorum. Hayatın yükü fazla gelince kaçacağım yerlerden biri de bu kızların yanı. Beni raflarda beklediklerini bilmek rahatlatıcı bir duygu. Şaka şaka korsan e-book olarak okudum, rafta mafta yok. İşte duygusallık şiirsellik falan yapayım demiştim. Olmadı diy mi? Neyse.

Yorumlar