Harry Potter Hafta Sonu Maratonu Part 1

Karlı kış günlerinde, Noel'de, yeni yıla girerken insanın canı Harry Potter çekiyor. Kendi adıma değil genel konuşuyorum çünkü Harry Potter maratonuyla yeni yılı kutlayan kişi tek ben değilim, sanırım bir gelenek gibi bir şey. Nereden çıktı bilemem, kapalı hava, karın o buruk mutluluğu ve ışıklı festival havası Britanya'nın tepelerindeki Hogwarts'ı hatırlatıyor belki de. Tabii HP dünyasını bu kadar basit tanımlarsak çarpılırız. Gerçek olmadığını bildiğimiz halde var olduğundan emin olduğumuz bir dünya.

Daha önce hep söyledim, yeri gelince de mutlaka belirtmeden geçmem. Filmleri değil kitapları seviyorum. Hatta yıllar içinde filmlere karşı bir nefret geliştirdim. Böyle saçmalıklarla övünmenin biraz denyoluk olduğunun farkındayım, elimde olan bir şey değil maalesef. Ama hayat işte, katı olursan seni zorla esnetir. Gün gelir Harry Potter havası koklamak için tüm kitapları baştan okumak gibi bir lüksün kalmaz. Yetişkinlik hepimizin başına geliyor. Sadece yaşamsal aktivitelerin olan uyumak ve yemek yemek, yıkanmak vs dışında ara vermeden okusan aşağı yukarı 1 ayını alabilecek kitapları eline bile alma şansın kalmıyor çünkü eve gelince kendine ayıracağın en fazla 2-3 saatin ve çabucak geçen haftasonundan başka boş zamanın yok. Fırsat bu fırsat, yılbaşı tatili haftasonuyla birleşince perşembe gecesi patlattım bir tane film. Şu Harry Potter maratonu denen şeyi yapabildim sonunda. Ne zamandır sabah 8'lerde yattığımı hatırlamıyorum.

26 yaşında, 17'inde olduğundan biraz daha objektif oluyorsun. Artık filmleri beğeniyorum arkadaşlar. Yine de, yaptığım saçmalıklarda haklı olduğum noktalar varmış. Kitaplar benim için çok değerli olduğundan her okuduğumda oyuncuların yüzü belirivermesin diye filmleri sadece gösterime girdiğinde izleyip sonra da arama mesafe koymaya çalışırdım. Fotoğraflarıyla karşılaşınca kafamı çevirmek, oyuncuların diğer filmlerini katiyen izlememek vs gibi saçmalıklar... Tabii ki hayat bu zırtapozluklarıma da izin vermedi. Artık Daniel Radcliffe'in filmlerini izliyorum, seviyorum da. Yine de bir dahaki sefere kitapları baştan okuduğumda o kendi hayalimde canlandırdığım karakterleri anımsamakta zorlanacağım galiba. Kısmet artık napalım.
Filmleri o kadar unutmuşum ki sevme sıralamam tamamen değişti.

Sıralamadan olmaz:
1. Ölüm Yadigarları Part 1
2. Azkaban Tutsağı
3. Felsefe Taşı
4. Zümrüdüanka Yoldaşlığı
5. Melez Prens
6. Ölüm Yadigarları Part 2
7. Sırlar Odası
8. Ateş Kadehi

Filmlerin içinden hafızamda en net kalanlar tabii ki son ikisi, Ölüm Yadigarları Part 1 ve 2 olmuş, ki onları izlediğimde ne hissettiysem şimdi de onu hissettim, 2010'da mantıklı bir insan olma yolunda ilk adımları atmışım demek ki. Felsefe Taşı'nı, Azkaban Tutsağı'nı vs öyle unutmuşum ki çok yakından tanıdığım hikayeye rağmen yeni filmler çekilmiş de onları izliyormuşum gibi geldi. Unutmak güzel şey. 

Senarist ve yazar hep aynı kişiler ama sık sık değişen yönetmenler sağolsun filmlerdeki üslup farklılıkları çok belirgin. Tatlış nostaljik bir deneyim yarattığı ve eğlenceli oldukları için ilk 3'e Chris Colombus ve Alfonso Cuaron filmlerini de aldım. Ama favori yönetmenim David Yates. Serüvenin 5. kitapla başlayan yön değişimi Yates'le filmlere de yansımış. Prodüktörlerin daha yetişkin filmler ortaya çıkması için yaptığı bilinçli bir tercih sanırım, ne de olsa kitaplar ilerledikçe izleyen kitle de büyüyor. İlk 4 filmlerde çok baskın olan bol maceralı, coşkulu, fantastik hava 5. filmden itibaren yerini dramaya ve gerilime bırakmış. Sonuncu filmde bu görkemli serüven kısmı biraz daha hissettirilmiş ama benim için çok da olumlu bir gelişme değil. Sıradan bir HP uyarlaması için kimilerine fazla karamsar ve durgun gelebilecek bir üslubu var Yates'in. Bana göre hava hoş, zaten uzaklara bakmalı sahneleri severim, abartılı olmayan oyunculukların daha etkili olduğunu düşünürüm. 

Yates'in üslubu o kadar belirgin ki fragmanlarından müziklerine kadar kendini belli ediyor. John Williams'ın kalpleri eriten efsanevi Hedwig's Theme'ini bir kenara koyarsak, Yates'in beraber çalıştığı Nicholas Hooper ve Alexandre Desplat bize bol duygu yüklü, biraz da karamsar müzikler hazırlamış. En anti-film dönemlerimde bile son dört soundtrack sevgisinden geceleri gizli gizli ağlardım, bundan sonra da sık sık dinlemeye devam. Sinematografinin ne kadar underrated olduğuna değinmiyorum bile, sadece görüntü yönetmeni Bruno Delbonnel'le çalıştıkları 6. filmde Oscar'a aday gösterilmişti. Serzenişim Akademi'yi ve ödüllerini çok önemsediğimden değil, anasını da alıp gidebilir Akademi. Yeterince takdir edilmediğini düşündüğüm için hırpalıyorum kendimi işte. Neyse canım.

Golden triodan bahsetmeden bırakmam. Aşk hayatları hakkında daha önce de bir sürü dedikodu yapmıştım şurada, şimdi de sıra onları oynayan etten kemikten bireylere gelsin. Daniel Radcliffe ilk filmlerde Allah affetsin nasıl itici bir veletmiş. Harry'i sevin ya da sevmeyin, yaka silktiren ergenlik hezeyanları dışında istikrarlı bir karakteri vardı. Erken olgunlaşmanın ağırlığını hissettiren, sempatik portrelenmiş biriydi. Daniel Radcliffe bu istikrarı ancak son filmlerde yakalıyor. Geç oluyor ama "oluyor" bence. Umarım Harry Potter etiketi üzerine yapışmaz çünkü başka projelerde de başarılı olacağına eminim. 

İlk filmlerdeki rezil performansları bir kenara koyarsak, tüm oyuncular adeta elimizde büyüyor. Ben hepsiyle aynı yaşlarda olduğum için beraber büyüdük desem daha doğru olur tabii. Oyuncu olarak evrimleşme süreçlerine tanık olmak garip bir his. Sıralamaya göre gidersek, özellikle 3. filmde hepsi gelişme kaydedip karakterlerine daha iyi bürünmüşler. 4. filmde kim neyi nasıl oynuyor belli değil, onu yok sayalım. 5. ve 6. filmlerde özellikle Hermione gözüme çarpıyor. İlk filmdeki ukalalığı bile herrr şeyden bir drama çıkaran, ortamı gerim gerim geren kasıntılığından daha başarılıydı vallahi. Çok bilmiş iticiliği dışında sempatik bir karakter olması gerekiyordu oysa. Ron da üçlünün esprili oğlanından ağır abisine nasıl dönüştü anlamadık. 

Diğer cast'e gelirsek, tabii ki Severus Snape bir çift sözü hakediyor. Hiçbir zaman Snape seven biri olmadım. Lily'e olan sevgisi uğruna yaptıklarını takdir etmiyor değilim, hatta "The Prince's Tale" bölümünde hep duygulanır ağlarım, yüreğime hançerler saplarım. Ama bu Harry'e, hatta Hermione ve Neville gibi diğer öğrencilerine yaptığı zorbalıkları meşru kılmıyor. Gel gör ki, Golden Trio kitabın aksine filmde ne kadar iticiyse Snape ve Malfoy tayfası o kadar sempatik. Bir de Sirius Black var. Sevenlerinin çok olduğunu biliyorum ama ben öyle derinden bir bağ hissedemedim kendisine karşı. Yine de Gary Oldman'ın tamamen farklı yorumlanmış Sirius'unu görmek biraz kırdı doğrusu. Adam ünlü olmanın verdiği özgüvenle dövme falan çizdirmiş vücuduna. DÖVME NE ALAKA? Sen Azkaban'daydın yıllardır, ondan önce de zaten James'le haylazlıklar peşindeydin, hangi ara her tarafını dövmeyle kaplamaya vakit buldun? Tövbe estağfurullah. Bir başka hayretlik vaka da Dumbledore. Adamcağız hakkında sürekli bir karalama kampanyası olsa da benim en sevdiğim karakterdir. Michael Gambon'a bir türlü alışamadım. Richard Harris'i tercih ederim ama o Dumbledore'a özgü o enerji ve özgüveni kendisinde bulamıyorum. Karakteri kalbimde yaşatmaya karar verdim. Ya Voldemort'a ne demeli? Ralph Fiennes'in kadroya katıldığını duyunca çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Ama Voldemort kompleks bir karakter ve ne kadar usta bir oyuncu olsan da onu anlamadan yansıtmanın sonuçları pek de iyi olmuyormuş. Gri alanı bulunmayan, saf kötü biri, evet kulağa klişe geliyor ama kapkalın 7 kitapla birlikte derinliğini az çok farkediyoruz haliyle. Mesela Malfoy'a sarılır mı? Sarılmaz. Öfkesinin meşhur olduğunun farkındayız ama kitaptaki Voldemort'un aksine filmde bu halleri çoğunlukla komik. 

Önemli karakterlerin yarattığı hayal kırıklığının yanında müthiş seçilmiş diğer cast var. Dolores Umbridge, Gilderoy Lockhard, Profesör Trelawney, Deli Göz Moody, Hagrid diyorum, başka bir şey demiyorum.

Yazıyı burada bitirmeyi düşünüyordum ama sizce tek tek her film hakkında kıymetli yorumlarımı ve tespitlerimi belirtmeden bırakır mıyım? Hayır bırakmam. 

Yorumlar

  1. Ay muhteşem bir yazı olmuş. Geçen gün Fantastic Beasts and Where to Find Them'in fragmanı yayınlandığından beri içimde HP nostaljisi yaşatıyorum. O kitabı da hiçbir yerde bulamıyordum ama film sağolsun YKY yeniden basmış alacağım onu ve Çağlar Boyu Quidditch'i böylece içim rahata erecek.

    Harry Potter'ın kitaplarını lise 1'deyken okumuştum ve vurulmuştum seriye, filmler kitaplara göre daha soğukmuş onu farketmiştim. Kitapları bir arkadaş vermişti öyle okumuştum ama geçen yıl kendi kütüphanemde de olması açısından seriyi almaya başladım. İlk 4 kitabı almıştım ama 5.kitap en kalın kitap olduğu için onun baskısı tükenmişti ve yenisini basmıyorlardı ben de öyle kalmıştım. Yani ilk 4 kitap var ama gerisi yoktu. Şimdi YKY yeni kapak tasarımlarıyla yeniden basmış tüm seriyi ama bendeki ilk 4 kitap eski tasarım olduğu için son 3 kitabı ikinci el falan almak zorundayım artık. Böyle de bir burukluk yaşıyorum HP kitaplarıyla.

    Benim en sevdiğim film Azkaban Tutsağı ile Ölüm Yadigarları Part 2. İkisini pek ayıramıyorum. Part 2 seriye veda filmi olduğu için tabi yeri ayrı ama Azkaban Tutsağı beni en çok şaşırtan, heyecanlandıran filmdi. Herkes 4.filmden sonra seri karanlık havaya girdi diyor ama bence 3.filmde temelleri atılmaya başlandı zaten 4.filmdeki olayların çoğu aslında 3.kitapta vardı. 3.filmde Azkaban sayesinde büyücülerin karanlık tarafını daha iyi anladık ve Lupin'in kurtadam sahnesi filmin artık çocuk filmi olmaktan çıktığının göstergesiydi bence. Yani kısacası 3.film böyle bir dönüm noktası olduğu için en sevdiğim film.

    Beni de özendirdin valla bir maraton yapmaya. Bu arada yazının 2.kısmını heyecanla bekliyorum ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim^^

      Filmleri izlemek çok keyifli ama kitapların yanına bile yaklaşamaz, asıl dünya orada çünkü. Her okuyuşta ayrıntıları daha iyi kavrıyorsun, daha da çok hayran kalıyorsun, böyle bir şey mümkünse.

      Bence serilerin "yetişkinleşmesi" Rowling'in aşama aşama yaptığı bir şeydi. Çünkü Harry büyürken okuyucu kitlesi de büyüyordu, yazar da buna bağlı kaldı. Ruh emiciler ürpetici yaratıklar gerçekten, ben yine de filmin genel olarak başarılı bir iş çıkarmasından dolayı sevildiğini düşünüyorum. Ama 4. kitabın sonunda Voldemort'un ortaya çıkışı gidişatı bayağı değiştiriyor. Bu yönden 5. kitap diğerlerine göre arayı daha çok açıyor bana göre. Zaten Yates'in dönemi de 5. filmle başladığı için o hava seyirciye iyi yansıtılmış. 6. kitap daha çok geçiş kitabı olduğu için birşey diyemeyeceğim ama 7.de resmen okurken güçlü kalmak için mücadele veriyorsun. Filmin part 1'i de gerilim türüne yakın zaten. Part 2 favorim değil çünkü maceralı HP evrenine dönelim derken biraz azıtmışlar, önemli noktaları değiştirmişler, Voldemort'un ve Bellatrix'in küle dönmesi gibi:/ Senin deyiminle "soğukluk" geri dönmüş, kitaplarda olmayan zorlama bir hava var bana göre, üstelik oyuncuların en başarılı olduğu dönem. İzlemesi keyifli tabii, o ayrı.

      Yap yap sen de yap:)

      Sil
  2. Sıralamamız aynı biliyor musun! Harry Potter'ı en baştan izleme olayını ben de bir kaç ay önce boş zamanımda yaptım. Çok zevkli ve güzel oldu.
    Ayrıca Gryffindor eklentisi müthiş :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keşke kitapları da başta okuma olayını yapmak için boş zaman da bulsak ya:)
      O eklenti bayadır var, şimdi beyaz fona daha çok göze çarpıyor galiba^^ Sen hangi binaya seçildin?

      Sil

Yorum Gönder