The Conjuring 2 ve 1

Conjuring'in gösterime girdiği en civcivli zamanlarda namını duymadım değil. Bir de James Wan'ın CV'sindeki nadide eserlerden biri. Hal böyle olunca pamuklara sarılıp saklanmayı... Hayır tabii ki izlenmeyi hakediyor ama stokçuluk mu dersin, işini garantiye almacılık mı, yoksa na-spontane bir hayat tarzı sürmek mi, işte ben bir şekilde bu filmi bilgisayarın tenha köşelerine gizleyiverdim. Korku türünü sevsem de her zaman kalitelisiyle karşılaşamadığımız gerçeği var. Belki de en ümitsiz zamanlarımda "aa Conjuring vardı onu izlesem ya" diyeceğim günün umuduyla yaşamak istedim. Yani bir nevi hayata tutunma çabası. Bilmiyorum. Ama daha fazla gevelemeden sadede geleyim.

Conjuring izleme hayalinden destek alarak yaşamımı sürdürdüğüm sıradan bir gün sinema afişlerinde ne göreyim? Conjuring 2 (İKİ)!!!! Bu sevindirici ama sarsıcı gerçeği hazmetmeye çalışırken iki temel içgüdümün birbiriyle çatışmasını dinledim. Bir yandan Conjuring'i, ve şimdi de Conjuring 2'yi en havamda hissetiğim, modumun yüksek olduğu ve evin abur cuburla tıkabasa dolu olduğu bir günde izleme güdüsü; bir diğer yanda iyi ve güzel olduğu neredeyse kesin olan filmleri büyük boyutlu (daha önce burada bahsettiğim üzere tırt bilgisayarımda izleme kalitesi %27,2 civarına düşüyor, bu her ne demekse) seyir keyfi güdüsü. Ama işte planlılık daha çok problemsiz insanlarda ortaya çıkıyor. 2. film gösterime girdiğinde biraz meşgul, biraz da dertli birisiydim. İşte spontanlığın sülük gibi üstüne bulaşması için harika yem. Ve yıllar boyunca izlemeyi ertelediğim filmi, hem de sırasını bozarak izlemeye gittim. Erteleme planım çok anlamsız olduğu için mi kader böyle çomak soktu bilemem artık. Ama önce -maalesef dayaklık liselilerin sürekli hönkürerek gürültü yaptığı- sinemada 2. filmi, akşamına da ilk filmi evde izledim. Sırayı değiştirdiğim için büyük zorlanma hissetmedim, e bi zahmet, sonuçta beyni zorlamayan light bir korku bu. Ama işler biraz çorba oldu mu? Oldu.
İzlediğim sıraya göre, 2.'den başlayayım ki okuyanların da aklını karıştırmayayım. İlk sahnede karakterler, geçmişleri vs hiçbir şey bilmiyordum. Ama hemen sevdim. Daha soluk alıp elimizi patlamış mısıra daldırmadan aksiyon başladı çünkü. Şaka şaka, ben sinemada patlamış mısır gibi dikkat dağıtıcı şeyler almam, sadece gözümü belertip öylecene perdeye bakarım. Tamam, çok pahalı olmasının da biraz payı var. Neyse işte transa geçmeler, yine "öbür taraf"lar falan... Bir de ana iblisimizi görüp tanıdık, saklanmaçlı falan, tekinsiz mi tekinsiz bir sahne ile. James Wan bey şu kediler kendine sinsi sinsi yaklaşırken kamerayı yan tarafa çevirmeceli youtube videolarından ilham almış sanırım. Ama tabii Conjuring'de muhatabımız tatlış bir kedi olmadığı gibi izlerken kahkaha atarsan ürkütücü rahibe kırması iblis gelip seni çarpar, haşa. James Wan filmlerinin bu özelliğini seviyorum. O kadar klişe, o kadar oldschool diyebileceğimiz şeyleri alıp yenilikçi ve prezentabl hale getirebiliyor. 70'lerde geçtiği için dönemin gerek kıyafetleri ve dekoru, gerek de lanetli ev furyasına inanılmaz sadık kalıyor. Ama yine de kendi üslubunu ortaya koyarak diğer korku filmlerinden ayrılmayı başarabiliyor. Tekniği, görselliği, anlatımı, hepsi bir başka.

İkinci film sıradan bir lanetli ev hikayesi sayılmaz. İblisler, şeytanlar, periler falan bu tarz öbür tarafçıl işlerle haşır neşir olan bir çiftimiz var. Biraz magazinsel tarafları var. Ayrıca çok yardımsever insanlar. Baz aldıkları orjinal Warren'lar gerçekte de aziz gibi miydiler şüphelerim var ama keyifle izleyebilmemiz için böyle olması gerekiyor, hiç şikayet etmiyorum valla. Warren çiftimiz taa Britanyalardaki bir ailenin yardımına koşuyorlar (Frances O'Connor'ı görünce sevindirik oldum hatta). Warren'ların tek derdi bu lanetli ev gibi gözükse de o hınzır rahibenin bir yerlerden çıkacağını biliyoruz. Tabii yaratıklarımızın her biri yeterince ürpertici. Eve musallat olan amcayı cismen daha az görüyoruz. Warren'ların rahibesi daha sinsi, hangi ara kapının arkasından fırlayacağı belli olmuyor. O yüzden ondan daha çok korktum sanırım. Ama hep dediğim gibi, ekranda makyajını fazlasıyla inceleyebileceğimiz kadar uzun kalınca ben korku modundan çıkıyorum. O yüzden son sahnelerdeki dalaşmalarda korkmaktan çok heyecanlandım. En çok korktuğum yer bu delinin portresi aracılığıyla Lorraine'e korkutmacalar düzenlediği kısımdı sanırım (hmm kulağa çok tuhaf geldi şimdi). Bir de yaşlı ve ölü amcanın ergen kız aracılığıyla konuşması. Film boyunca böyle konuşuyor ve çoğunlukla izleyiciye "taklit mi, gerçek mi?" diye sorgulattığı için ciddi anlamda korkutmuyor bence. Ama kameranın Ed'e odaklandığı, koltukta kimin oturduğunu göremediğimiz uzun bir sahne var. İşte orada tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

Fazlasıyla inişleri çıkışları olan, sağ gösterip sol vuran, bol şaşırtmacalı bir korku filmi olmuş. Bu illa ki kötü bir şey değil çünkü her anını çok iyi kullanmayı becerebilmiş. Bu da onu "iyi film" kategorisine koyuyor benim gözümde. Sinemadan gayet tatmin olarak çıktım. Ve eve gidip... Evet, serinin ilk filmini izledim...

İlk film bana kalırsa daha derli toplu, haliyle seyir keyfi daha yüksek. Bunun Warren'ların kendi hikayesi olmasını beklemiştim ama yine bir aileye yardıma gidiyorlar. Patrick Wilson Bey daha önce de evi lanetlenen bir aile babasını oynadığı için burada olaya dışarıdan müdahale eden medyum rolünde olması bir bakıma mantıklı bir karar. Aynı zamanda tıpkı Conjuring 2 gibi geniş bir aileyi ele alan bir film. Korku filmlerinde ne kadar az kişi varsa o kadar fazla başarılı olduğunu düşünürdüm ama James Wan kalabalık unsurunun dezavantajlarını bir şekilde avantaja çevirebilmiş.

Hemen hiç kan göstermeyen, bööö diye çıkan yaratıkların minimumda tutulduğu böyle filmlerden aşşırı keyif alıyorum. Burada da öyle oldu. Ama 2. filmde de bahsettiğim o sonlar... Ah o sonlar ah... İşler sarpa sarıp ipin ucu temelli kaçtığında arabaların takla attığı Hollywood filmi izliyormuş gibi hissettim. İlham aldığı dönemin "içine şeytan kaçma" olayını böyle sonuna kadar sömürmese şaşardım zaten. Resmen başım döndü, gözlerinden X'ler çıkan karikatür karakterine evrildim. Ama bu haunted house / possession türünde çıkan eli yüzü düzgün filmlerden biri olmadığı anlamına gelmiyor. Hatta bence en iyisi. Evet, tüm o kült yapımları elimin tersiyle itiyorum. Her şeyi bıraktım, 2010'lar teknolojisini yenemezsin. Ayrıca her bir korku sahnesi ince işlenmiş, klişeler çok iyi kullanılıp özgün bir üslup oturtulabilmiş. Sadece korku değil tek başına bir film değeri olması için çaba sarfedilmiş. Hatta en sevdiğim korku filmleri listesini güncelleyeyim artık.

Eh artık kaçınılmaz olana gelmek lazım. Hayatımın korku filmi Insidious'la karşılaştırayım biraz çünkü neden olmasın? Ayrıca aynı yönetmenin benzer üslup ve öğeler kullanarak çektiğini düşünürsek çok normal bence. Conjuring, Insidious'un bendeki yerini alamadı. Onun yeri her zaman daha özel olacak. Aralarındaki farkı şöyle açıklayayım: Conjuring'in bahsi geçince "çok iyi filmdi ağbi yaa" diye seviyeli bir tartışmaya dalarım, Insidious'un bahsi geçince dişlerimi gösterip, tüylerimi dikeltip, kulaklarımı geriye attıktan sonra muhatabımı tırmalayarak ortamdan hızla uzaklaşırım. Conjuring'i izlerken hıııyy diye içim titreşir, Insidious izlerken ağlarım. İkisinin arasındaki farkı anlatabildim sanıyorum.
Conjuring'in devam filmi şimdilik gelmeyecek gibi görünüyor. Bir anlamda iyi çünkü James Wan'ın önümüzdeki filmleri sadece popüler gişe filmleri olacak gibi gözüküyor. Tabii ki adam sürekli korku filmi çekecek değil. Araya başka projeler koysun, fabrikadan çıkmışçasına film üreterek kabak tadı veren Marvel'a yeni bir soluk getirsin falan, hadi izin veriyorum. Ama Annabelle 2 ve Insidious 4'ün başka yönetmenlerin elinde muhtemelen mundar edileceğini hepimiz bilsek de buna bir itirazı yokmuş gibi görünüyor. Ne diyelim, Saw devam serisi rezaletlerinden sonra kaşarlandı demek ki.

O değil de, tüm James Wan korku türlerini bitirip tüketmek bana fena koydu. Unuttuğum birkaç eski filmine döneyim madem. Ve artık birisi Eternal Sunshine of the Spotless Mind makinesi icat etsin, zira unutacaklar listemin başında Insidious var. Çok acil.

Yorumlar