Son Zamanlarda İzlediğim Filmler 7: Daniel Radcliffe

Her kış Harry Potter temalı bir şey yapıyorum bu blogda, yani en azından yapmaya çalışıyorum. Aslına bakarsanız konu Daniel Radcliffe ve 'diğer' projeleri olunca o tabu kelimeleri kullanmaktan kendimi men etmiştim. Çünkü bu konuda kendisine biraz haksızlık edildiğini düşünüyorum. Adam yeni filminin tanıtımı için röportaj veriyor, yorumlara bakıyorsun full Harry Potter nostaljisi. Filmin fragmanına bakıyorsun yine her yerde Harry Potter göndermeleri. Bununla ünlendiği ve aynı karakteri oynadığı tam 8 film çektiğini düşünürsek insanların farklılığa hemen alışamaması normal gelebilir. Ama filmler biteli 5 yıl geçti ve adam onlarca farklı projede yer aldı. Gavat Amerikanlar gibi "yıl 2017 olmuş, GET OVER IT kardeşim!" diye bağırasım, insanları omuzlarından sarsarak mantığa davet edesim var. Bin tane "Harry Potter gone bad" tespiti duymak yerine ciddi anlamda eleştiri görmek istiyorum. Tamam, yapmayın demiyorum, hobi olarak yine yapın çok orjinal tespitlerinizi ama azcık konuyla ilgili bir şeylere de yer kalsın yahu.

Tabu dediğim ve imtinayla uzak durduğum kelimeleri tam 4 kere kullanmış olmam da ayrı bir ironi sanırım. Ama bundan sonra sadece ve sadece Daniel Radcliffe var.

Arkadaşın çocukluğunu bildiğimizi düşünürsek, kendini ve oyunculuğunu geliştirdiği tüm aşamalara şahit olduk. Gergin ve tutuk çocuk oyuncudan kamera karşısında rahat ve her role bürünebilen bir gence evrildi. Tabii seçtiği rollerin birbirinden bu kadar farklı oluşunu biraz da kendini kanıtlama çabasına da bağlıyorum. Ama kıçını yırtsa da büyük bütçeli birkaç Hollywood hitiyle gündeme gelmediği sürece halkın gözünde hep aynı kalacağını düşünüyorum o başka. Yine de önemli olan onun bu konuda ne hissettiği tabii. Belki de mainstream çabası olmayan, bağımsız yapımlarda yer almak tıpkı bizler gibi onu da tatmin ediyordur ve daha fazlasına ihtiyacı yoktur. İçine ne siniyorsa onu yap Daniel, nasıl olsa zenginsin ve maddi endişelerin yok. Biz her zaman arkandayız.

Bugün sadece 2 filminden bahsedeceğim ama Kill Your Darlings, Swiss Army Man ve Imperium gibi gözüme çarpanları en yakın zamanda izlemeyi planlıyorum. Belki de bu posta bir part-2 gelir ha?

Horns 

Horns'un birkaç görseliyle ilk karşılaştığımda biraz acayip bulmuştum. Absürt bir film olduğundan şüphem yoktu. Eh bir anlamda doğru çıktı, gayet absürt bir film. Ama iyi anlamda absürt. Trajik öyküye, korku unsurlarına ve ön planda tutulan duygulara rağmen bu absürtlüğüyle kendini dengeliyor, biraz light bir hava katıyor. Tam anlamıyla kara komedi diyemeyiz sanırım, daha deneysel sularda yüzüyor mu desek, ne desek. Ama bu hikayede var olan bir sürü klişeyi örtmeye yaramıyor. Yine adeta peri kadar narin bir kadına tecavüz ve cinayet... Ve onu malı gibi gören, reddedilmeyi kaldıramayan erkekler ve onların namus kavgaları... Bu konsepte daha fazla ihtiyacımız yok sanırım. Bağnaz Hristiyan gelenekleriyle nasıl dalga geçtiği düşünülürse hala ahlakçı bir noktada durması günümüzde entelektüel kesimin düştüğü tuzaklardan biri aslında. Keşke özgürlükler, güzellikler sadece dinleri eleştirerek gelseydi.

Hikayenin beni rahatsız etmediğini ve filmdeki bazı noktaları takdir edişimi engellemediğini söyleyemem. Ama orjinal ve başarılı bulduğum yanları da var. Mesela kaybından ve acısından dolayı yavaş yavaş Şeytan'a dönüşen baş karakter. Boynuzlar da bunun en büyük sembolü. Bunun birden "kötü biri" olmaya başlamakla alakası yok aslında. Anlatmaya çalıştığı şey başka. Daha çok çevresindeki insanların içindeki kötülüğü ortaya çıkarması onu ilginç kılan. Dini sembollerin yüzümüze gayet çarpan mesajlar vermek için kullanılması fikri de belki yeni değil ama başarılı. Ayrıca izlerken farkettiğim ya da sonradan öğrendiğim bazı göndermeler de aldığınız keyfi pekiştiriyor.

Daniel Radcliffe'in Amerikan aksanı hakkında ne hissettiğimi bilmiyorum ama. İlk başta "bunda bir şey değişmiş ama ne" diye çıldırım, sonradan çaktım. İngiliz aksanını tercih etsem de filmdeki azcık dallama Amerikan tipiyle uyumlu. Boşrol oyuncularının İngiliz olduğunu düşünürsek gereksiz bir zorlama olmuş ama hadi neyse.

Direkt kötü diye nitelendireceğim bir film olmasa da Horns'un potansiyelini iyi kullanmadığını düşünüyorum. Gelecek vaat eden bir fikri ve üzerinde uğraşılmış ayrıntıları çöpe atmışlar gibi hissettim film bitince. Yine de keyif aldım. Ve Daniel Radcliffe'in boynunda koca yılanlarla gezdiğini izlemek hoş bir değişiklikti doğrusu.


What If

Daniel Bey portfolyosuna bir de hipster romantik komedi koymasa olmazdı. Böyle dediğime bakmayın, doğal ve eğlenceli bir film bu. Yılların manic pixie dream girlZoe Kazan'la kimyaları gayet güzel tutmuş. Normalde friendzone temasını pek sevmiyorum aslında. Çünkü çok bencilce ortaya çıkmış bir kavram. 2017'de yaşıyoruz, herkes birilerinin romantik hislerine karşılık vermek zorunda değil. Yeni tanıştığı biriyle iki doğru düzgün diyalog kurdu diye yıllardır emek harcadığı ilişkisinden vazgeçmesini falan bekleyenler gitsin kendini köprüden atsın yani, ne diyebilirim ki. Ayrıca karşı cinste iyi anlaştığın herrrrkesle ilişkiye girme beklentisi de nasıl bir hetero dayatmasıdır yarabbim. Bu friendzone'lanma derdi çoğunlukla erkeklerde görüldüğü için seks yapma ihtimali bulunmayan karşı cins bireyden selamını bile esirgeyeceklerini düşündürtüyor. Ne bencilce, ne utanç verici bir durum. Neyse, filme geri dönelim. Bir yandan da her zaman hislerimize karşılık bulamayışımız inkar edilemeyecek bir gerçek, hayat böyle. Empati kurabiliyorsun. Bu yüzden friendzone olayını kimseyi suçlamadan, ayıplamadan, acısıyla tatlısıyla ama bir yandan da eğlendirerek anlatmışlar. Güzel işledikleri için saçımı başımı yolmadan izleyebildim, tebrikler emeği geçen bütün arkadaşlara.



Son olarak bahsetmek istediğim bir şey var ki bu ne bir film, ne de bir dizi. Ama hoşuma gittiği için blogda yer vermeden geçemedim. What If filminin yayınlandığı vakitlerde benim de kanalını aşırı sevdiğim Youtuber Anna Akana'nın bir videosuna konuk olmuştu Dan. Komik bir skeçten ibaret tabii, 5 dakika sürüyor hepi topu. Ama onun cana yakın kişiliğini bu sayede tanıdım. 

15 yıl öncesinin "ayakkabılarını bile bağlayamıyormuş" efsanelerinden bu noktaya evrilmesinden memnunum. Belki de müthiş bir yetenek olmasan da kamera sürekli yüzüne yapışık şekilde büyümenin hafife alınamayacak getirileri vardır. Böylece oyunculuk içine işliyordur, kim bilir. Benim tek korkum koko partilerinde fink atıp yüksek dozdan bize elveda demesiydi. Eh, şimdiye kadar olmadıysa bu saatten sonrası için endişelenmemize gerek yok sanırım. 

Hem kişilik hem de oyunculuk olarak daha fazla görmeyi bekliyoruz kendisini. Hadi bakalım.

Yorumlar

Yorum Gönder